çok canım sıkılıyor blogger çok. (karnım da çok ağrıyor) ama sen lütfen kuş vuralım istersen deme! kalk de, çalış de, saçmalamayı kes de, uyuzluk yapma de, biraz olsun mutlu ol de, savaş atına asla sırtını dönme de, kalemini bırakma de...
5. Muhakkak güçlükle beraber bir kolaylık vardır.
6. Gerçekten (yine) o (geçen) güçlükle beraber bir kolaylık (daha) vardır.
7. O halde (bir iş ve ibadeti bitirip) boş kaldığın zaman, hemen (başka bir işe/ibadete) koyul.
8. Ve (her işinde) ancak Rabbine rağbet et. (O'na sarıl ve O'ndan iste).
30 Aralık 2011 Cuma
20 Aralık 2011 Salı
Bilim uzun ve çetin bir yoldur çocuklar. Bilimi yarı yolda bırakmayın, olur mu çocuklar? Oppenheimer gibi hissediyorsanız, bırakın yüksek binaları başkaları yapsın, büyük barajlarda başkaları çalışsın. Bazılarına, çok uzaklardan bile görünen yüksek yapılar kurmak çekici gelecektir. Bırakınız bu işleri böyleleri yapsın. Bazıları da insanları çalıştırmak, büyük teşebbüsleri idare etmek ihtirasıyla yanarak kuvvetli olmak isteyeceklerdir. Bırakınız parayla da onlar uğraşsın. Sizin 'kuvvetli' olmak gibi bir derdiniz yoksa, siz de Leonardo Da Vinci gibi 'Kuvvet nedir?' diye merak ediyorsanız buyrun, sizleri Mekanik Kürsüsü'ne beklerim.
(Oğuz Atay, Bir Bilim Adamının Romanı, s. 217-216)
10 Aralık 2011 Cumartesi
Yann Tiersen - Les toujours tristes
It's hard,
Hard, when you're here all alone
And everyone else's gone home.
Harder to know right from wrong
When all objectivity's gone
And it's gone.
But you still
Carry on.
7 Aralık 2011 Çarşamba
ne hissediyorum ? garip bir rahatlama. aslında beklenilenin olması. hayat yine beni şaşırtmadı kaç kere söyledim kendime blog mucize yok! mucize yok! mucize yok! ama içimde bir şeyler sürekli umud ediyor sürekli ya olursa diyor sürekli belki bu sefer diyor. Allah bir kapıyı kapar diğerini açar burda hem fikiriz blogcum ama hemen açmıyor belki açıp açmaması şu süreci nasıl geçireceğime bağlı. bilmiyorum. hala işlerin nasıl işlediğini çözemedim. mutlu olmam için ne yapmalıyım? ya da ne yapmıyorum? gamsız baykuş bugün hiç dua etmiyorsun dedi evet bu konuda hiç etmiyorum bildi ama yani etsem de etmesem de bir şeyleri yeterince yapmamışsam pek de işe yarayacağını düşünmüyorum. belki de hata yapıyorum belki de günah işliyorumdur böyle düşünerek. tek bildiğim artık her şeyi daha detaylı düşündüğüm ve işlerin içinden çıkılmaz hale geldiği. artık yanlış yapmamalıyım ve önümde sadece yanlış seçenekler var aslında doğru da var ama doğru beynimi o kadar yoruyor ki üstesinden gelemiyorum.
Ama ben hiç böyle hayal etmemiştim. bugünlerde en çok kurduğum cümle bu. 3 gündür rüyamda verdiğim sınavlar acayip komik ya. 3-4 tane hoca almış beni ortalarına soru soruyorlar bende hararetli hararetli cevap veriyorum cevap verirken mustafa hocanın dersleri, gittiğim kongreler, paneller hepsini düşünüp en mükemmel cevabı vermeye çalışıyorum sonunda geçiyorum tabii ve ardından takdir cümleleri :) keşke rüyalardan hiç uyanmasak ve gölgem kadar güzel olsam
üffffffffffff bi baş başa bırakmıyorlar bizi blog şöyle efkarlanıp yazayım
şimdilik الوداع blogrose bulutsuz geceler
Ama ben hiç böyle hayal etmemiştim. bugünlerde en çok kurduğum cümle bu. 3 gündür rüyamda verdiğim sınavlar acayip komik ya. 3-4 tane hoca almış beni ortalarına soru soruyorlar bende hararetli hararetli cevap veriyorum cevap verirken mustafa hocanın dersleri, gittiğim kongreler, paneller hepsini düşünüp en mükemmel cevabı vermeye çalışıyorum sonunda geçiyorum tabii ve ardından takdir cümleleri :) keşke rüyalardan hiç uyanmasak ve gölgem kadar güzel olsam
üffffffffffff bi baş başa bırakmıyorlar bizi blog şöyle efkarlanıp yazayım
şimdilik الوداع blogrose bulutsuz geceler
14 Kasım 2011 Pazartesi
yaşamım birden durdu. Nefes alabiliyor, yemek yiyebiliyor ve uyuyabiliyordum. Ama içimde gerçek yaşam yoktu. Eğer bir şeyi istesem, onu gerçekleştirebilsem bile, bir sonuç çıkmayacağını ve asla doyuma ulaşamayacağımı biliyordum. Bir peri gelse ve her istediğimi yapacağını söylese, ne isteyeceğimi bilmiyordum.
Tolstoy'un sözleri bunlar...
Haklı.
Tolstoy'un sözleri bunlar...
Haklı.
1 Kasım 2011 Salı
-Shelly, artık sekiz yaşında değilsin. Farklı bir ilişkimiz olmalı
-hayır olmamalı. Şu anki gayet güzel gidiyor.
-hayatım sen yetişkin bir insansın.
-Ya da yüzlerce yıl yaşayan yeni bir türün parçasıyım ve bu da beni henüz çocukluk çağında yapar.
Defalarca izlediğim bölümden alıntı. bu bölümdeki Sheldonda resmen kendimi buldum. daha çok şey yazardım da çok uykum var blogrose soft kitty'yle kapatalım :)
Soft kitty, warm kitty, little ball of fur Happy kitty, sleepy kitty purr purrr pur.
-hayır olmamalı. Şu anki gayet güzel gidiyor.
-hayatım sen yetişkin bir insansın.
-Ya da yüzlerce yıl yaşayan yeni bir türün parçasıyım ve bu da beni henüz çocukluk çağında yapar.
Defalarca izlediğim bölümden alıntı. bu bölümdeki Sheldonda resmen kendimi buldum. daha çok şey yazardım da çok uykum var blogrose soft kitty'yle kapatalım :)
Soft kitty, warm kitty, little ball of fur Happy kitty, sleepy kitty purr purrr pur.
Etiketler:
sheldon cooper,
soft kitty warm kitty
29 Eylül 2011 Perşembe
Jaspers'in metafizik suçluluk kavramı
''İnsanlar arasında, sırf insan olmalarından doğan ya da insan olmalarının gerektirdiği öyle bir gönül bağı vardır ki, o bağ marifetiyle herkes kendini dünyada işlenen tüm haksızlıklardan ve kötülüklerden yana sorumlu hisseder. Zulmün bizim gözlerimizin önünde ve bizim bilgimiz dahilinde işlenmesi bu sorumluluk duygusunu daha da şiddetlendiren bir şeydir. Başka insanlara karşı işlenen zulmü durdurmak için eğer kılımı kıpırdatmamış, hayatımı tehlikeye sokmaktan kaçınmış ve sessiz kalmışsam, kendimi hiçbir adalet kurumunun, hiçbir politika ve ahlak disiplininin tam olarak çözümleyemeyeceği koskoyu bir suçluluk duygusuna mahkum etmişim demektir... Bütün bunlardan sonra hala yaşıyorsam, yaşamak, kefareti mümkün olmayan ağır bir suçluluk duygusu altında ezilmekten başka bir şey değildir benim için.'' ''İnsan ilişkilerinin kaynağında, insan vicdanının derinlerinde sesi hiç bastırılamayan evrensel bir yürek çarpıyor, kulağı sağır olmayan için: Mücrimin saldırısı, küstahlığı karşısında ya da fiziksel varoluşu tehdit eden yaşama şartlarında ya mazlumla birlikte yaşamayı kabul edersin ya da onunla birlikte ölmeyi.''
(Karl Jaspers, La Culpabilite Allemanda, s. 66-61)
(Karl Jaspers, La Culpabilite Allemanda, s. 66-61)
15 Ağustos 2011 Pazartesi
14 Ağustos 2011 Pazar
Aldous Huxley'nin kitabindan bazi parçalar:
"bundan 20 yıl sonra, yaptıkların değil yapamadıkların için üzüleceksin. dolayısıyla halatları çöz. limandan uzaklara yelken aç. rüzgarı yakala, araştır, düşle, keşfet. "
"yapabileceğin kadar söz ver. sonra söz verdiğinden daha fazlasını yap. "
"oturarak başarıya ulaşan tek yaratık tavuktur. "
"dalın ucuna gitmekten korkma. meyve oradadır."
"günün sonunda kendini bir sokak köpeği kadar yorgun hissediyorsan, bu belki bütün gün hırladığın içindir."
"başlamak için en uygun zamanı beklersen hiç başlamayabilirsin. şimdi başla!. şu anda bulunduğun yerden, elindekilerle başla. "
"gülümsediğinde güzelleşmeyen bir yüz hiç görmedim. "
"kimi zaman içindeki sessiz sese uzmanlardan daha fazla güven. "
"aerodinamik yasalarına göre, o tombul ve tüylü arının hiç uçmaması gerekiyordu. herhalde bunu ona hiç kimse söylemedi ki, uçuyor... "
"zamanlarının büyük bir kısmını para kazanmak ve saklamakla geçiren insanlar sonunda, en çok istediklerinin satın alınamayacak şeyler olduğunu anlarlar. "
"öteki insanlardan daha akıllı ol. yalnız bunu onlara söyleme!"
"mutlu olmanın en garantili yolu bir başkasını mutlu etmektir."
"hayatta ya tozu dumana katarsin, ya da tozu dumani yutarsin."
"iyi çalışan, sık gülen ve çok seven başarıyı elde eder. "
"insanın tüm evrende kesin olarak düzeltebileceği tek bir şey vardır: kendisi!"
"bundan 20 yıl sonra, yaptıkların değil yapamadıkların için üzüleceksin. dolayısıyla halatları çöz. limandan uzaklara yelken aç. rüzgarı yakala, araştır, düşle, keşfet. "
"yapabileceğin kadar söz ver. sonra söz verdiğinden daha fazlasını yap. "
"oturarak başarıya ulaşan tek yaratık tavuktur. "
"dalın ucuna gitmekten korkma. meyve oradadır."
"günün sonunda kendini bir sokak köpeği kadar yorgun hissediyorsan, bu belki bütün gün hırladığın içindir."
"başlamak için en uygun zamanı beklersen hiç başlamayabilirsin. şimdi başla!. şu anda bulunduğun yerden, elindekilerle başla. "
"gülümsediğinde güzelleşmeyen bir yüz hiç görmedim. "
"kimi zaman içindeki sessiz sese uzmanlardan daha fazla güven. "
"aerodinamik yasalarına göre, o tombul ve tüylü arının hiç uçmaması gerekiyordu. herhalde bunu ona hiç kimse söylemedi ki, uçuyor... "
"zamanlarının büyük bir kısmını para kazanmak ve saklamakla geçiren insanlar sonunda, en çok istediklerinin satın alınamayacak şeyler olduğunu anlarlar. "
"öteki insanlardan daha akıllı ol. yalnız bunu onlara söyleme!"
"mutlu olmanın en garantili yolu bir başkasını mutlu etmektir."
"hayatta ya tozu dumana katarsin, ya da tozu dumani yutarsin."
"iyi çalışan, sık gülen ve çok seven başarıyı elde eder. "
"insanın tüm evrende kesin olarak düzeltebileceği tek bir şey vardır: kendisi!"
1 Ağustos 2011 Pazartesi
bir şey yapma isteyim nerede gören var mı? sabahtan beri arıyorum yok! görürseniz benim için kulaklarını çeker misiniz lütfen aslında çok uzun süredir arıyorum. arıyorum ve bulamıyorum sanırım beni hiç sevmiyor aynı ortamda bulunmak istemiyor itiraf etmem gerekirse bende onu pek sevmem ama ona muhtacım o olmadan düşünmeyen bir hayvandan farkım yok.
Bulldogdan da nefret ettim akordeondan da... hepsinden tiksindim iğrendim ama ilk hep kendimden. depresyon kronikmiş bunu fark ettim önce, sonra 'isa'yla barıştın mı dedi Forrest deki komutan neden cevap veremiyorum. bu durumdayken nasıl ders çalışabilirim sırf onlar beynimi kemirmesinler diye beynimi uyuşturuyorum hiç gelmiyorlar o zaman. ama beynim bana da kalmıyor ben beynimi geri istiyorum :( yeniden çözmek için başımı ağrıttığım o gecelere, heyecandan uyuyamadığım o güneş doğuşlarına dönmek istiyorum hayallerim uğruna nefes almadan çalışmak istiyorum yemek yiyemediğim o akşamlara geri döneyim istiyorum çok şey mi istiyorum? dünyayı mı kurtaracaksın demişti neden olmasın ki dedim (demiştim şimdi olsa demem)
o zamanlar sen yoktun tabii beyaz A4 kağıtlarım vardı ve onları sakladığım dosyalarım. kongreden aldığım dosyalar o günlerden bu günlere ne değişti demiyorum çok şey değişti de neden değişti? değişmeyen tek şey parmaklarım hala beynimin hızına yetişemiyor
küçük kız büyüme yolunda ne yaptı bilmiyorum ama çok yanlış bir şey yaptığı kesin
ne iğrenç yazıyorum ben
Bulldogdan da nefret ettim akordeondan da... hepsinden tiksindim iğrendim ama ilk hep kendimden. depresyon kronikmiş bunu fark ettim önce, sonra 'isa'yla barıştın mı dedi Forrest deki komutan neden cevap veremiyorum. bu durumdayken nasıl ders çalışabilirim sırf onlar beynimi kemirmesinler diye beynimi uyuşturuyorum hiç gelmiyorlar o zaman. ama beynim bana da kalmıyor ben beynimi geri istiyorum :( yeniden çözmek için başımı ağrıttığım o gecelere, heyecandan uyuyamadığım o güneş doğuşlarına dönmek istiyorum hayallerim uğruna nefes almadan çalışmak istiyorum yemek yiyemediğim o akşamlara geri döneyim istiyorum çok şey mi istiyorum? dünyayı mı kurtaracaksın demişti neden olmasın ki dedim (demiştim şimdi olsa demem)
o zamanlar sen yoktun tabii beyaz A4 kağıtlarım vardı ve onları sakladığım dosyalarım. kongreden aldığım dosyalar o günlerden bu günlere ne değişti demiyorum çok şey değişti de neden değişti? değişmeyen tek şey parmaklarım hala beynimin hızına yetişemiyor
küçük kız büyüme yolunda ne yaptı bilmiyorum ama çok yanlış bir şey yaptığı kesin
ne iğrenç yazıyorum ben
31 Temmuz 2011 Pazar
25 Haziran 2011 Cumartesi
elveda
'’Elveda’’ dedi çiçeğe ama çiçek cevap vermedi.
‘’Elveda’’ dedi tekrar. Çiçek öksürdü ama üşüdüğü için öksürmemişti bu kez.
‘’Aptalca davrandım’’ diye fısıldadı sonunda. ‘’Lütfen beni affet. Mutlu olmaya çalış.’’
Oysa küçük çiçeğin sitem edeceğini sanıyordu. Şaşırmıştı. Elinde çiçeğin korunağı, öylece kalakalmıştı orada. Bu davranışına bir anlam veremiyordu. Çiçek: ‘’Seni elbette seviyorum’’ dedi. ‘’Eğer bunu anlayamadıysan suç bende ama sen de en az benim kadar aptalca davrandın. Neyse, mutlu ol o korunağı da bırak elinden, artık onu istemiyorum.’’
13 Haziran 2011 Pazartesi
başlık koyma özürlüyüm ben
hey çocuk!
efendim
konuşmak ister misin?
istiyor olabilirim evet isterim
anlat bakalım küçük kız gel şöyle başını dizime koyabilirsin istersen saçlarında ne kadar yumuşakmış
Dalin ile yıkıyorum çünkü
oha burcu! Dalin mi? eşek kadarsın yavrum sen! manyak mısın?
ama çok güzel kokuyor çokta büyük değilim ya abartmasak
küçül küçül de cebime gir
neyse arkadaşım konumuza dönsek mi bir şey anlatacaktım.
ha evet tabii pardon seni dinliyorum.
ay anlatmıycam. bugün beni dinleme havanda değilsin sen hem üstteki muhabbetten sonra kaçtı işte kaçtı anlatmıycam
anlat diye yalvaracağımı mı düşünüyorsun
yaniii en azında bir kere daha sorarsın diye düşünüyorum.
ben hiç tanımamışsın o zaman john! hadi ben kaçtım
çokta tın
efendim
konuşmak ister misin?
istiyor olabilirim evet isterim
anlat bakalım küçük kız gel şöyle başını dizime koyabilirsin istersen saçlarında ne kadar yumuşakmış
Dalin ile yıkıyorum çünkü
oha burcu! Dalin mi? eşek kadarsın yavrum sen! manyak mısın?
ama çok güzel kokuyor çokta büyük değilim ya abartmasak
küçül küçül de cebime gir
neyse arkadaşım konumuza dönsek mi bir şey anlatacaktım.
ha evet tabii pardon seni dinliyorum.
ay anlatmıycam. bugün beni dinleme havanda değilsin sen hem üstteki muhabbetten sonra kaçtı işte kaçtı anlatmıycam
anlat diye yalvaracağımı mı düşünüyorsun
yaniii en azında bir kere daha sorarsın diye düşünüyorum.
ben hiç tanımamışsın o zaman john! hadi ben kaçtım
çokta tın
9 Haziran 2011 Perşembe
4 Haziran 2011 Cumartesi
10 Mayıs 2011 Salı
9 Nisan 2011 Cumartesi
2 Nisan 2011 Cumartesi
Bazı şehirleri özlemek, tek gözlü bir odaya toplaşıp, annenin yaptığı sıcak tarhana çorbasıyla ısınmayı özlemek gibidir.
O şehirlerin sokakları, annenin ellerine benzer. Ağrıdan çatlayacak gibi duran alnını okşar durur gecenin bir yarısında. Annelerin duası varsa, şehirlerin de duası vardır mırıldanıp durduğu.
Bu baş ağrılarım beni öldürecek biliyor musun?
Kalk Kudüs’e gidelim..
Allah şehrine gidelim. Allah bizi gözetsin, korusun, kollasın Kudüs hatırına. Kalbimizin ağrısı, başımızın ağrısı, ruhumuzun ağrısı hafiflesin şehre yaklaştıkça.
Tarhana çorbası içer gibi içimize çekelim, gökyüzünde yaratılıp yeryüzüne indirilen bu şehrin sokaklarını. Kudüs’ün bulutlarından tespih yapıp “subhanallah” çekelim.
Peygamber sükunetine erelim şehrin sokaklarında. Tur’a çıkalım.
Bağıralım boğazımızı yırtarcasına; “Rabbimiz biz de aşk ehliyiz bize de yüzünü göster!”
Tur Dağı paramparça olsun, kalbimiz paramparça olsun aşktan.
Kalk Kudüs’e gidelim..
Yahya peygamberin yanında büyüsün çocuklar.
Elleri taş tutacak yaşa gelsin. Kalpleri aşk tutacak yaşa.
Sokaklarına atalım kendimizi. Adımızı söyleyelim kontrol noktalarında.
Horlanalım, ezilelim, bekleyelim saatlerce. Vazgeçmeyelim inatla.
Kalk Kudüs’e gidelim..
Çöp bidonlarının arasında dolaşalım.
Bak şu küçük çocuk var ya vuracaklar onu! Hani babasının arkasında duran.
Başını babasının sırtına dayayan çocuk. İşte o!
Vuracaklar birazdan onu. Çöp bidonlarının arasında dolaşalım.
Endişe etme çocukların kalbine değen kurşunlar sekmezler hiçbir yere.
Mescide gidelim. Yıkılacaksa üzerimize yıkılsın boşver.
Sen elimi sıkı tut korkma. Mescide gidelim.
Bir bayram namazı kılalım şehirle birlikte. Zekeriya’nın yanında saf tutalım. Ve Musa’nın ve İsa’nın ve Yakup’un.
Bekle birazdan Ömer de gelir buralara. Şu beyaz sakallı adamı görüyor musun?
İşte onun tekerlekli sandalyesini itelim birlikte. Nereye gitmek isterse oraya.
Hayfa’dan aldığımız portakalları ikram edelim, o çok sever.
Birlikte Zeytindağı’na çıkalım şehre bakalım doya doya.
Kalk Kudüs’e gidelim sevgilim…
Allah bizi gözetsin, korusun, kollasın Kudüs hatırına.
Kalbimizin ağrısı, başımızın ağrısı, ruhumuzun ağrısı hafiflesin şehre yaklaştıkça…
Tarık Tufan
O şehirlerin sokakları, annenin ellerine benzer. Ağrıdan çatlayacak gibi duran alnını okşar durur gecenin bir yarısında. Annelerin duası varsa, şehirlerin de duası vardır mırıldanıp durduğu.
Bu baş ağrılarım beni öldürecek biliyor musun?
Kalk Kudüs’e gidelim..
Allah şehrine gidelim. Allah bizi gözetsin, korusun, kollasın Kudüs hatırına. Kalbimizin ağrısı, başımızın ağrısı, ruhumuzun ağrısı hafiflesin şehre yaklaştıkça.
Tarhana çorbası içer gibi içimize çekelim, gökyüzünde yaratılıp yeryüzüne indirilen bu şehrin sokaklarını. Kudüs’ün bulutlarından tespih yapıp “subhanallah” çekelim.
Peygamber sükunetine erelim şehrin sokaklarında. Tur’a çıkalım.
Bağıralım boğazımızı yırtarcasına; “Rabbimiz biz de aşk ehliyiz bize de yüzünü göster!”
Tur Dağı paramparça olsun, kalbimiz paramparça olsun aşktan.
Kalk Kudüs’e gidelim..
Yahya peygamberin yanında büyüsün çocuklar.
Elleri taş tutacak yaşa gelsin. Kalpleri aşk tutacak yaşa.
Sokaklarına atalım kendimizi. Adımızı söyleyelim kontrol noktalarında.
Horlanalım, ezilelim, bekleyelim saatlerce. Vazgeçmeyelim inatla.
Kalk Kudüs’e gidelim..
Çöp bidonlarının arasında dolaşalım.
Bak şu küçük çocuk var ya vuracaklar onu! Hani babasının arkasında duran.
Başını babasının sırtına dayayan çocuk. İşte o!
Vuracaklar birazdan onu. Çöp bidonlarının arasında dolaşalım.
Endişe etme çocukların kalbine değen kurşunlar sekmezler hiçbir yere.
Mescide gidelim. Yıkılacaksa üzerimize yıkılsın boşver.
Sen elimi sıkı tut korkma. Mescide gidelim.
Bir bayram namazı kılalım şehirle birlikte. Zekeriya’nın yanında saf tutalım. Ve Musa’nın ve İsa’nın ve Yakup’un.
Bekle birazdan Ömer de gelir buralara. Şu beyaz sakallı adamı görüyor musun?
İşte onun tekerlekli sandalyesini itelim birlikte. Nereye gitmek isterse oraya.
Hayfa’dan aldığımız portakalları ikram edelim, o çok sever.
Birlikte Zeytindağı’na çıkalım şehre bakalım doya doya.
Kalk Kudüs’e gidelim sevgilim…
Allah bizi gözetsin, korusun, kollasın Kudüs hatırına.
Kalbimizin ağrısı, başımızın ağrısı, ruhumuzun ağrısı hafiflesin şehre yaklaştıkça…
Tarık Tufan
Etiketler:
kudüs,
tarık tufan kalk kudüs'e gidelim
18 Şubat 2011 Cuma
KARIŞMIŞ
Bir gün
Yıllar sonra
Hüzün kaplarsa yüreğini
Sebepli ya da sebepsiz
Ve aklına gelirse hatıralar
İlk önce baharı düşün
Ilık esintilerle dolu baharı
Hayatın canlandığı mevsimi
Bir ağacın uyandığını yakasında yeşillerle
Umudun tazelendiği günü düşün
Ve beni
Bir de beni düşün…
“Beni biri öyle sevdi ki…” de içinden
Gülümse
Ama yaşlanmasın gözlerin
Hele ki yıkanmasın yanakların
Sakın…
Sadece gülümse
“Keşke” de deme sakın
“Öyle olması gerekiyordu”
“İmkânsızdı”
“Zaten ben sevmemiştim”
“Sadece yüreğim karışmıştı…” de
Böylelikle fazla takılmazsın
Bir gülücük de böyle atarsın maziye
Ama sen unutma yine de demeyi;
Beni biri öyle sevdi ki…
Yıllar sonra
Hüzün kaplarsa yüreğini
Sebepli ya da sebepsiz
Ve aklına gelirse hatıralar
İlk önce baharı düşün
Ilık esintilerle dolu baharı
Hayatın canlandığı mevsimi
Bir ağacın uyandığını yakasında yeşillerle
Umudun tazelendiği günü düşün
Ve beni
Bir de beni düşün…
“Beni biri öyle sevdi ki…” de içinden
Gülümse
Ama yaşlanmasın gözlerin
Hele ki yıkanmasın yanakların
Sakın…
Sadece gülümse
“Keşke” de deme sakın
“Öyle olması gerekiyordu”
“İmkânsızdı”
“Zaten ben sevmemiştim”
“Sadece yüreğim karışmıştı…” de
Böylelikle fazla takılmazsın
Bir gülücük de böyle atarsın maziye
Ama sen unutma yine de demeyi;
Beni biri öyle sevdi ki…
sahi… bu kaçıncı bahar?..
ebru yaşar seçen 2010
bahar
17 Şubat 2011 Perşembe
LULLABY IN YIDDISH
detaylı bilgi için tıklayın
http://ayakustusacmaliklar.blogspot.com/2010/01/jam-tari-tari-tari-tari-tari-tari-tari.html
14 Şubat 2011 Pazartesi
Unutma !
Unutma ! bir gün öleceksin.
Unutma ! rızkı veren Allah.
Unutma ! hayır bildiklerinde şer, şer bildiklerinde hayır vardır.
Unutma ! elemlerin yok olmasında lezzet vardır tıpkı lezzetlerin yok olmasında elem olduğu gibi.
Unutma ! herkes insan ve her insan hata yapar.
Unutma ! hayat sana uzun gelebilir ama aslında varlık yolculuğunda bir andan ibarettir.
Unutma ! ne kadar kasarsan kas, herşey olacağına varır.
ve unutma ki ! bazen unutabilmek sana verilmiş en büyük lütuftur.
orjinal metin için tıklayın
12 Şubat 2011 Cumartesi
GAZEL
Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı
Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı
Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı
Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı
Gâmım pinhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen
Desem ol bî-vefâ bilmem inanır mı inanmaz mı
Değildim ben sana mail sen ettin aklımı zâil
Beni tan eyleyen gafîl seni görgeç utanmaz mı
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı
Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı
Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı
Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı
Gâmım pinhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen
Desem ol bî-vefâ bilmem inanır mı inanmaz mı
Değildim ben sana mail sen ettin aklımı zâil
Beni tan eyleyen gafîl seni görgeç utanmaz mı
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı
Fuzûlî
bundan sonra herşeyin rengi siyah olmalı bence
yine bir savaştan yenik ayrıldık blogcum tahminler herzamanki gibi şaşmadı beklentiler; şu %1.küsürlerde olan umuttan ses seda yok. hayat neden beni bir kere olsun şaşırtmıyor? tek şey yolunda gitse mesela. ne kadar narin olduğumu bilmesine rağmen neden beni bu kadar hırpalıyor? altından kalkamayacağım yükler omuzumda.daha işe girişmeden beyinen yıpranıyorum ki ben.
çok çaresizim be blog şaştım kaldım durdum düşündüm yapamadım ne zamana kadar böyle devam ederim bilmiyorum ya da edebilirim
oyunu kurallarına göre oynayamıyorum ben çünkü oyun adil değil benden hep bir şeyler gidiyor ama yerine gelen yok tükenmek üzereyim
hayattan hiç bir zaman mucize beklemeyeceksin hayat felsefen bu olmalı ''no miracle'' hatta bir şeyler tıkırında giderse 'nasıl ya?' deyip düşüneceksin. bu işin içinden ancak böyle sıyrılabilirsin yoksa
çok çaresizim be blog şaştım kaldım durdum düşündüm yapamadım ne zamana kadar böyle devam ederim bilmiyorum ya da edebilirim
oyunu kurallarına göre oynayamıyorum ben çünkü oyun adil değil benden hep bir şeyler gidiyor ama yerine gelen yok tükenmek üzereyim
hayattan hiç bir zaman mucize beklemeyeceksin hayat felsefen bu olmalı ''no miracle'' hatta bir şeyler tıkırında giderse 'nasıl ya?' deyip düşüneceksin. bu işin içinden ancak böyle sıyrılabilirsin yoksa
30 Ocak 2011 Pazar
28 Ocak 2011 Cuma
26 Ocak 2011 Çarşamba
22 Ocak 2011 Cumartesi
18 Ocak 2011 Salı
I WANT YOU
The guilty undertaker sighs
The lonesome organ grinder cries
The silver saxophones say I should refuse you
The cracked bells and washed-out horns
Blow into my face with scorn
But it’s not that way
I wasn’t born to lose you
I want you, I want you
I want you so bad
Honey, I want you
The drunken politician leaps
Upon the street where mothers weep
And the saviors who are fast asleep, they wait for you
And I wait for them to interrupt
Me drinkin’ from my broken cup
And ask me to
Open up the gate for you
I want you, I want you
I want you so bad
Honey, I want you
How all my fathers, they’ve gone down
True love they’ve been without it
But all their daughters put me down
’Cause I don’t think about it
Well, I return to the Queen of Spades
And talk with my chambermaid
She knows that I’m not afraid to look at her
She is good to me
And there’s nothing she doesn’t see
She knows where I’d like to be
But it doesn’t matter
I want you, I want you
I want you so bad
Honey, I want you
Now your dancing child with his Chinese suit
He spoke to me, I took his flute
No, I wasn’t very cute to him, was I?
But I did it, though, because he lied
Because he took you for a ride
And because time was on his side
And because I . . .
I want you, I want you
I want you so bad
Honey, I want you
The lonesome organ grinder cries
The silver saxophones say I should refuse you
The cracked bells and washed-out horns
Blow into my face with scorn
But it’s not that way
I wasn’t born to lose you
I want you, I want you
I want you so bad
Honey, I want you
The drunken politician leaps
Upon the street where mothers weep
And the saviors who are fast asleep, they wait for you
And I wait for them to interrupt
Me drinkin’ from my broken cup
And ask me to
Open up the gate for you
I want you, I want you
I want you so bad
Honey, I want you
How all my fathers, they’ve gone down
True love they’ve been without it
But all their daughters put me down
’Cause I don’t think about it
Well, I return to the Queen of Spades
And talk with my chambermaid
She knows that I’m not afraid to look at her
She is good to me
And there’s nothing she doesn’t see
She knows where I’d like to be
But it doesn’t matter
I want you, I want you
I want you so bad
Honey, I want you
Now your dancing child with his Chinese suit
He spoke to me, I took his flute
No, I wasn’t very cute to him, was I?
But I did it, though, because he lied
Because he took you for a ride
And because time was on his side
And because I . . .
I want you, I want you
I want you so bad
Honey, I want you
13 Ocak 2011 Perşembe
bugün bişey yazmasam olmazdı. bugün büyük gün. bugün bugün ımmmm nası söylesemki uzun hikaye çok uzun ve artık konuşulmaması gereken bi hikaye ama bugünde yazmıycaksam blog ne işe yarar ki? pekala yazmıyorum resim herşeyi anlatır :(
Etiketler:
leon,
mathilda,
what's your name my angel?
12 Ocak 2011 Çarşamba
7 Ocak 2011 Cuma
dem bu demdir
Firkatin nariyle gönlüm, yan olur, püryan olur,
Varlığın zevk-u sefadır, yokluğun giryan olur,
Ay yüzün gören gözlerim, mest olur hayran olur,
Yakma ey can, yakma kalbim, ateş-i suzan olur.
Bağ-ı aşka düşen gönül, bülbül-i nalan olur,
Can-ı bülbül ol gülşende, aşk ile devran olur,
Gülyüzün gören gözlerim mest olur hayran olur,
Yakma ey can, yakma kalbim, ah ile efgan olur.
Vuslatın aşkıyla gönlüm, şad olur şadan olur,
Derd-i aşkın neyleyim ki, derdime derman olur,
Nur yüzün gören gözlerim, mest olur hayran olur,
Yakma ey can, yakma kalbim, ateş-i niran olur.
MUSTAFA DEMİRCİ
Varlığın zevk-u sefadır, yokluğun giryan olur,
Ay yüzün gören gözlerim, mest olur hayran olur,
Yakma ey can, yakma kalbim, ateş-i suzan olur.
Bağ-ı aşka düşen gönül, bülbül-i nalan olur,
Can-ı bülbül ol gülşende, aşk ile devran olur,
Gülyüzün gören gözlerim mest olur hayran olur,
Yakma ey can, yakma kalbim, ah ile efgan olur.
Vuslatın aşkıyla gönlüm, şad olur şadan olur,
Derd-i aşkın neyleyim ki, derdime derman olur,
Nur yüzün gören gözlerim, mest olur hayran olur,
Yakma ey can, yakma kalbim, ateş-i niran olur.
MUSTAFA DEMİRCİ
5 Ocak 2011 Çarşamba
4 Ocak 2011 Salı
of not being a jew
İniyorum kulelerinden katil iniyorum maktul minarelerden taraçadan, bahçeden ilk tanıyı bulanların indikleri her yerden ilk tanıyı bulandıran bir vaşakla birlikte değdikçe ayaklarım merdiven alçalıyor açılıyor leşlerin, atmıkların cesurane canlıların korka korka uzandıkları zemin ağzımda kef iki gözIerimde mil iniyorum kulelerinden katil. Körüm, o halde karanlık niye benden kaçıyor? Sağırım, nasıl oluyor da uğultum uzaktan beni çağırmaktadır? Göklerin çökeltisinden başkaca soy toprağın tortusundan gayrı hısım bilmeksizin iniyorum kirli eteklerine beni emziren kaltak şehrin iniyorum ama indirilmedim iniyorum çalıntı tahtımı terk ederek arada bir çehremi dalgalandıran karaltı vurulmuş arkadaşlarımdan yansıyor olsa gerek iniyorum onlardan artakalan yükü indirmek için indiğim yerde beni bir bekleyen yok indiğim yerde biçilmiş ot gibiyim puslu, çapraşık, koklanmamış ihmalkâr gözle okunmuş bir kitap bîtab bir gözle okunmayı tercih ederdim yoğrulmuş olan benle bir daha yoğrulsaydı benimle açsaydı ağırdan tükeniş faslını mızrap. Yağmurun yoldaşı denebilir mi bana? Ne dökülüş inişimde, ne çakış… Yalnızca o çetrefil aralama zahmetine katlanarak iniyorum kızları utandıran iç çekişle erkekleri boğan kasvetle iniyorum. Öfkemdi başlattı yolu ısrara gerek var deyip durdu şehvetim istemedi doğurmak böyle bir uğraşı tabiat tarih onu tanımazlıktan geldi bir dövüş olsaydı sonunda belki gevşerdi hırsım belki saçlar taranırdı bir sevişmeden sonra ama ben hınca hınç bekçisi kalacağım burçlarımın sonunda yükü bıraktığıma yanacağım. İniyor ve inliyorum nereye bir kucak dolusu sonluluk sorgusu getiriyorsam oraya bir kucak da getiriyorum bir kucak sadece genç ve diri değil bir kucak sadece yaşlı ve yorgun değil bir kucak sadece erkek ve vakur değil bir kucak sadece kıvrak ve dişi değil bir kucak sadece kavruk ve intikamcı değil bir kucak sadece gürbüz ve atak değil bir kucak sadece üzgün ve dindar değil bir kucak sadece temiz ve sevecen değil bir kucak sadece pis ve sırnaşık değil bir kucak sadece cömert ve sıcak değil bir kucak sadece sancılı ve keskin değil bir kucak sadece umursamaz ve bezgin değil bir kucak sadece öksüz ve çolak değil bir kucak sadece bir kucak açılınca açıkları kapatan acıkınca doyuran ve doyurunca nasıl da perişan, ne kadar da ölçülü darası alınmaz yüküm bu benim kayda geçirilemez, narhı konulmaz resmen ve alenen ifade usulü yok gözümün feri saydım onu, gücüm bundadır dizimin dermanıdır o buradan gelir cesaretim bende bu kucak olduktan sonra iyi veya kötü ne yapılabilir kendi hayatı aleyhine binlerce defa dolap çevirmiş olan bana? Bakın, bulduğum her gerçeği delik deşik ediyor kayboluş kapımı sürgüleyen bir vaşak her sevincimi viran eden bu hayvan yalanlar içinde boğulmamı önlüyor ondan kurtulacak olursam biliyorum beni yaşamakla coşturan bir kaynak keşfederim ondan kurtulduğum an bütün boyutlarımı kaybederim. Önceleri, acemiyken bu vaşak yokken daha yanıbaşımda okul müdürü veresiye satan bakkal kapıcı ve akrabaları dört ayrı ölümle ölmeyi öğren demişlerdi bana dört bucakmış anlattıklarına bakılırsa dünya omzun güneş kokuyor demişti kısa eteklikli kız o da omzuma bir şey konduracak mutlaka. İşte o zaman bildimdi anladımdı o sıra ne bir atlas kalır bende, ne ibrişim bu çuha, bu sicim elden çıkarsa acemiydim gitmem dedim sizin provalarınıza bön ve berbat buluyorum yaldızlı yaz gecelerinizi berbattır balkonda o güneşli sabahlar biraz açılmak için açıldığınız kırların aniden karşılaştığınız ırmakların ürpertisi ahmakça böndür beni belimden bölmeye kalkan enlem benden iki bakışık parça çıkarmaya çabalayan boylam da berbat ipekli libas giymem, altın takınmam atımın eğerinde kaplan derisi yoktur çehreme iyi baksalardı yırtılırdı uykularının zarı uykuluydular sinerken bedenime kıraç dağlar bitek vadilerle beraber ben tenimi yumarken uykularına tutundular… Çocuklar acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek acılardır paylaşan çocukları gün geldi paylaşıldı acılar çocuklar paylaşıldı bana bırakılan neyse ona burun kıvırdım gittim bir kuyudan su çektim halka boynumdan geçti geçti boynuma kemend d harfine bak dedim nasıl da soylu duruyor sonunda kelimenin harfe bak, harfe dokun, harfin içinde eri harf ol harfle birlikte kıyam et harf of harfler ummanına bat çünkü gördüm ne varsa sonunda kelimenin çünkü böndür altında kaldığım töhmet uğradığım kinayeler bön ve berbat. Evet, ilmektir boynumdaki ama ben kimsenin kölesi değilim tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya tarantulaymış benim adım diyecek değilim tam düşecekken tutunduğum tuğlayı kendime rabb bellemiyeceğim razı değilim beni tanımayan tarihe beni sinesine sarmayan tabiattan rıza dilenmeyeceğim. Gittim su çektim en derin kuyudan en hileli desteden kendi kartımı çektim yaktım belgeleri bütün tanıkları yok etmek için ricacıları öldürdüm onlar bu dumanlı dünyanın beni nasıl özlediğini görmüş olabilirdi gerçekten özlemişti beni dünya öze çekmişti özüm gelinceye kadar bana temas etmişti bu dokunuş parlatınca beni benden biraz dünya isteyen ricacıları öldürdüm ve kıtal bitti. Yazık. Yazık ki yazgımın boyası koyu. İnilecek kadar indim. Hayfa. Yine bir geçitteyim, yeniden bir liman şehri bura eskilerin tayfası yine hep buradalar hep bilinen tecimenler, tanıdık yosmalar havada hayza benzeyen aynı koku binalara yaklaşırken eskisi gibi sıklet artıyor hâlâ ayırt edilemiyor dişli gıcırtıları çocuk çığlıklarından tanıyorum bunlar bulutlara bakmak için penceresi evlerin bu da deniz hırs püsküren, toynak durduran deniz rezeleri yerlerinden oynatan vâdeden, vâdeden, vâdeden tesellicimiz. Bir yanımda kıyısı kışkırtıcı ufku muallâk deniz, bir yanımda kamu açıklamaları, genelgeler, tahvilât kimin yüzünü çevirdiysem hüznü de sevinci kadar ıskarta… Niye indim buraya ben? Boşuna mıydı yol boyunca benliğime musallat olan belâ? Bir çevrim tamamlandı mı şimdi? Yine mi döndüm başa? Olmaz diyor yanımdan ayrılmayan vaşak kimse başa dönmemiştir, dönemez hele sen geçtiğin o ormanlar rüyalarındaki canavarlardan sonra çok uzaksın o ilk fırlatıldığın zamana. Aldanma bunlar tayfa değil burada doğdu hepsi denize hiç açılmadılar denizi sen kadar bile tanıyan yoktur aralarında her biri uzak bir beldeden geldi sanılsın istiyor yosmalar böylece saygın fahişeler arasına katışacaklar müptezel birer facire ofsalar da. Tecimenler, onlar da sahi değil onlar da olmayan tayfaların gemilerinden çıkan malları sattıklarına inandırmak istiyor şehrin acemi insanlarını. Sen ve yağmur. Başa dönemezsiniz. Öyle bir yol yürüdünüz ki ancak dönüş yolunu yok ederek gelebilirdiniz inişiniz bir iniş olurdu başa dönmemecesine. Yağmur yalnız yağarken yağmurdur sen yalnız senken sensin burada kalamazsın ve başa dönemezsin gitmek zorundasın kovalanan bir Yahudi gibi ama Yahudiler gibi kendinle kalamıyorsun her şey çok yetersiz senin için her şey sana çok fazla ayıklarsan ayık durabiliyorsun aranı açıyorsun kendinle eşyayı araladıkça uyanmanın bedeli serapları fedadır uykuyu tadayım dersen kâbusa dalmak pahasına. Tarihe dersini vermen gerek yoldan ayrılamazsın yediremezsin sokulmayı kendine tabiatın apışaralarına ne yıkılmış bir tapınağın suskunluğu durdurabiliyor seni ne gürültülü bir havra. Yükün ağır. He’s so heavy just because he’s your brother. Kardeşlerin pogrom sana. Dostlarının eşiğine varınca başlıyor senin diasporan. Herkesin bahanesi var, senin yok günahlı bir gölgenin serinliğinde biraz bekleyebilirsin, daha sonra burada kalamazsın, başa dönemezsin ama dön Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön! Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön! Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön! Eve dönmek kendime sarkıntılık etmekten başka nedir? orada, arada bir beni yoklar intihara ayırdığım zamanlar bunlar temiz, kül bırakan zamanlardır düzgün sabuklamalardan bana kalan.. Evde anlaşılmaz bir tını bilmem nereden gelir uykumdan? kanımdaki çakıldan? unutkanlığımdan? bilemem Yahudi değilim gizli bir yerde genizam yok bilemem insan nerenin yerlisidir ömrüm burada bütün Yahudiler gibi raflara doğru, çekmecelere sahanlıklara doğru geçti yabancı ellerde çitilenmekten korunmak için bir sıvaydım kendime kendi ellerimde tıpkı Yahudiler gibi buraların yerlisi ben değilim. Şarkıya dönersem ense köküm seyrelecek ağdası çözülecek bana aşktan bulaşan kozlarımın şehrin insanları yumruklarımda beyaz bulut yolun çamurunda revnâk-ı bahar bulacaklar ben şarkıya dönünce boğazlarındaki boğum insanların epriyecek ve onun yerine her günkü işleri yaparken kepenkleri kaldırırken, silerken tezgahı kalbe gizlice batan kıymık geçecek şarkıya dönersem, yanık bir şarkıya holokost neymiş meğer herkes bilecek. Kalbime döneceğim, ama hangi yolla? Yedeğimdeki okunaksız şarapla lekelenmiş, solgun harita uyduruk bir şey mi bilmiyorum yoksa sahiden definenin yeri gösteriliyor mu orada? Ama boşver... Nasıl bir ilgi olabilir kalbe dönmekle define bulmak arasında? Lâkin ben inerken her dönemeçte bir parçasını ele geçirdiğim her molada, her zorlanışında nefesimin her ayak sürçmesinde çiziktirdiğim haritamın bütün paftalarında sabit mürekkeple işaretlenmiştir nerelerde kıraçlaşır rahminde levendane öcün tohumları yatan gece güneşin şifa diye bilinen ışıkları nerelerde kıyıcı bir zehre çevrilir… Haritamda caddeyi ürpertiye açacak bir kaç kaçıktan başka nirengi noktası yok. Açıkça gösteriyor haritam farkı nedir bir cenaze kalkarken yağan yağmurun bir hükümet darbesinden sonra yağan yağmurdan. Yağmalar belli ki kim bulsa defineyi, umurumda mı ben kalbime döneceğim fokurdayıp pörtlemek için hep fokurdak ve pörtlek kalacağım kalp içinde canı sıkkın kızların yüzlerinden döşünden ahı kalmış delikanlıların dünyaya habire pörtleyeceğim evlerin olanca tınısı dindiği zaman kısıldığı zaman bütün şarkıların kanatları fokurtum dokunacak herkese yedi ırkın kavşağından. Yahudi değilsem bile bende Yahudalık da mı yok- Kimi öptüm de kurtuldu çarmıha çakılmaktan? |
İsmet Özel |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)