30 Aralık 2011 Cuma

kalbine girdiğin zaman, görürsün sultan tahtını

çok canım sıkılıyor blogger çok. (karnım da çok ağrıyor) ama sen lütfen kuş vuralım istersen deme! kalk de, çalış de, saçmalamayı kes de, uyuzluk yapma de, biraz olsun mutlu ol de, savaş atına asla sırtını dönme de, kalemini bırakma de...

5. Muhakkak güçlükle beraber bir kolaylık vardır.
6. Gerçekten (yine) o (geçen) güçlükle beraber bir kolaylık (daha) vardır.
7. O halde (bir iş ve ibadeti bitirip) boş kaldığın zaman, hemen (başka bir işe/ibadete) koyul.
8. Ve (her işinde) ancak Rabbine rağbet et. (O'na sarıl ve O'ndan iste).

20 Aralık 2011 Salı

Bilim uzun ve çetin bir yoldur çocuklar. Bilimi yarı yolda bırakmayın, olur mu çocuklar? Oppenheimer gibi hissediyorsanız, bırakın yüksek binaları başkaları yapsın, büyük barajlarda başkaları çalışsın. Bazılarına, çok uzaklardan bile görünen yüksek yapılar kurmak çekici gelecektir. Bırakınız bu işleri böyleleri yapsın. Bazıları da insanları çalıştırmak, büyük teşebbüsleri idare etmek ihtirasıyla yanarak kuvvetli olmak isteyeceklerdir. Bırakınız parayla da onlar uğraşsın. Sizin 'kuvvetli' olmak gibi bir derdiniz yoksa, siz de Leonardo Da Vinci gibi 'Kuvvet nedir?' diye merak ediyorsanız buyrun, sizleri Mekanik Kürsüsü'ne beklerim. 

(Oğuz Atay, Bir Bilim Adamının Romanı, s. 217-216)

10 Aralık 2011 Cumartesi

Yann Tiersen - Les toujours tristes





It's hard,
Hard, when you're here all alone
And everyone else's gone home.
Harder to know right from wrong
When all objectivity's gone
And it's gone.
But you still
Carry on.

7 Aralık 2011 Çarşamba

ne hissediyorum ? garip bir rahatlama. aslında beklenilenin olması. hayat yine beni şaşırtmadı kaç kere söyledim kendime blog mucize yok! mucize yok! mucize yok! ama içimde bir şeyler sürekli umud ediyor sürekli ya olursa diyor sürekli belki bu sefer diyor. Allah bir kapıyı kapar diğerini açar burda hem fikiriz blogcum ama hemen açmıyor belki açıp açmaması şu süreci nasıl geçireceğime bağlı. bilmiyorum. hala işlerin nasıl işlediğini çözemedim. mutlu olmam için ne yapmalıyım? ya da ne yapmıyorum? gamsız baykuş bugün hiç dua etmiyorsun dedi evet bu konuda hiç etmiyorum bildi ama yani etsem de etmesem de bir şeyleri yeterince yapmamışsam pek de işe yarayacağını düşünmüyorum. belki de hata yapıyorum belki de günah işliyorumdur böyle düşünerek. tek bildiğim artık her şeyi daha detaylı düşündüğüm ve işlerin içinden çıkılmaz hale geldiği. artık yanlış yapmamalıyım ve önümde sadece yanlış seçenekler var aslında doğru da var ama doğru beynimi o kadar yoruyor ki üstesinden gelemiyorum.

Ama ben hiç böyle hayal etmemiştim. bugünlerde en çok kurduğum cümle bu. 3 gündür rüyamda verdiğim sınavlar acayip komik ya. 3-4 tane hoca almış beni ortalarına soru soruyorlar bende hararetli hararetli cevap veriyorum cevap verirken mustafa hocanın dersleri, gittiğim kongreler, paneller hepsini düşünüp en mükemmel cevabı vermeye çalışıyorum sonunda geçiyorum tabii ve ardından takdir cümleleri :) keşke rüyalardan hiç uyanmasak ve gölgem kadar güzel olsam

üffffffffffff bi baş başa bırakmıyorlar bizi blog şöyle efkarlanıp yazayım
şimdilik الوداع  blogrose bulutsuz geceler

14 Kasım 2011 Pazartesi

yaşamım birden durdu. Nefes alabiliyor, yemek yiyebiliyor ve uyuyabiliyordum. Ama içimde gerçek yaşam yoktu. Eğer bir şeyi istesem, onu gerçekleştirebilsem bile, bir sonuç çıkmayacağını ve asla doyuma ulaşamayacağımı biliyordum. Bir peri gelse ve her istediğimi yapacağını söylese, ne isteyeceğimi bilmiyordum.

Tolstoy'un sözleri bunlar...

Haklı.

1 Kasım 2011 Salı

-Shelly, artık sekiz yaşında değilsin. Farklı bir ilişkimiz olmalı
-hayır olmamalı. Şu anki gayet güzel gidiyor.
-hayatım sen yetişkin bir insansın.
-Ya da yüzlerce yıl yaşayan yeni bir türün parçasıyım ve bu da beni henüz çocukluk çağında yapar.

Defalarca izlediğim bölümden alıntı. bu bölümdeki Sheldonda resmen kendimi buldum. daha çok şey yazardım da çok uykum var blogrose soft kitty'yle kapatalım :)

Soft kitty, warm kitty, little ball of fur Happy kitty, sleepy kitty purr purrr pur.

29 Eylül 2011 Perşembe

Jaspers'in metafizik suçluluk kavramı

''İnsanlar arasında, sırf insan olmalarından doğan ya da insan olmalarının gerektirdiği öyle bir gönül bağı vardır ki, o bağ marifetiyle herkes kendini dünyada işlenen tüm haksızlıklardan ve kötülüklerden yana sorumlu hisseder. Zulmün bizim gözlerimizin önünde ve bizim bilgimiz dahilinde işlenmesi bu sorumluluk duygusunu daha da şiddetlendiren bir şeydir. Başka insanlara karşı işlenen zulmü durdurmak için eğer kılımı kıpırdatmamış, hayatımı tehlikeye sokmaktan kaçınmış ve sessiz kalmışsam, kendimi hiçbir adalet kurumunun, hiçbir politika ve ahlak disiplininin tam olarak çözümleyemeyeceği koskoyu bir suçluluk duygusuna mahkum etmişim demektir... Bütün bunlardan sonra hala yaşıyorsam, yaşamak, kefareti mümkün olmayan ağır bir suçluluk duygusu altında ezilmekten başka bir şey değildir benim için.'' ''İnsan ilişkilerinin kaynağında, insan vicdanının derinlerinde sesi hiç bastırılamayan evrensel bir yürek çarpıyor, kulağı sağır olmayan için: Mücrimin saldırısı, küstahlığı karşısında ya da fiziksel varoluşu tehdit eden yaşama şartlarında ya mazlumla birlikte yaşamayı kabul edersin ya  da onunla birlikte ölmeyi.''


 (Karl Jaspers, La Culpabilite Allemanda, s. 66-61)

14 Ağustos 2011 Pazar

Aldous Huxley'nin  kitabindan bazi parçalar:

"bundan 20 yıl sonra, yaptıkların değil yapamadıkların için üzüleceksin. dolayısıyla halatları çöz. limandan uzaklara yelken aç. rüzgarı yakala, araştır, düşle, keşfet. "

"yapabileceğin kadar söz ver. sonra söz verdiğinden daha fazlasını yap. "

"oturarak başarıya ulaşan tek yaratık tavuktur. "

"dalın ucuna gitmekten korkma. meyve oradadır."

"günün sonunda kendini bir sokak köpeği kadar yorgun hissediyorsan, bu belki bütün gün hırladığın içindir."

"başlamak için en uygun zamanı beklersen hiç başlamayabilirsin. şimdi başla!. şu anda bulunduğun yerden, elindekilerle başla. "

"gülümsediğinde güzelleşmeyen bir yüz hiç görmedim. "

"kimi zaman içindeki sessiz sese uzmanlardan daha fazla güven. "

"aerodinamik yasalarına göre, o tombul ve tüylü arının hiç uçmaması gerekiyordu. herhalde bunu ona hiç kimse söylemedi ki, uçuyor... "

"zamanlarının büyük bir kısmını para kazanmak ve saklamakla geçiren insanlar sonunda, en çok istediklerinin satın alınamayacak şeyler olduğunu anlarlar. "

"öteki insanlardan daha akıllı ol. yalnız bunu onlara söyleme!"

"mutlu olmanın en garantili yolu bir başkasını mutlu etmektir."

"hayatta ya tozu dumana katarsin, ya da tozu dumani yutarsin."

"iyi çalışan, sık gülen ve çok seven başarıyı elde eder. "

"insanın tüm evrende kesin olarak düzeltebileceği tek bir şey vardır: kendisi!"

1 Ağustos 2011 Pazartesi

bir şey yapma isteyim nerede gören var mı? sabahtan beri arıyorum yok! görürseniz benim için kulaklarını çeker misiniz lütfen aslında çok uzun süredir arıyorum. arıyorum ve bulamıyorum sanırım beni hiç sevmiyor aynı ortamda bulunmak istemiyor itiraf etmem gerekirse bende onu pek sevmem ama ona muhtacım o olmadan düşünmeyen bir hayvandan farkım yok.

Bulldogdan da nefret ettim akordeondan da... hepsinden tiksindim iğrendim ama ilk hep kendimden. depresyon kronikmiş bunu fark ettim önce, sonra 'isa'yla barıştın mı dedi Forrest deki komutan neden cevap veremiyorum. bu durumdayken nasıl ders çalışabilirim sırf onlar beynimi kemirmesinler diye beynimi uyuşturuyorum hiç gelmiyorlar o zaman. ama beynim bana da kalmıyor ben beynimi geri istiyorum :( yeniden çözmek için başımı ağrıttığım o gecelere, heyecandan uyuyamadığım o güneş doğuşlarına dönmek istiyorum hayallerim uğruna nefes almadan çalışmak istiyorum yemek yiyemediğim o akşamlara geri döneyim istiyorum çok şey mi istiyorum? dünyayı mı kurtaracaksın demişti neden olmasın ki dedim (demiştim şimdi olsa demem)
 o zamanlar sen yoktun tabii beyaz A4 kağıtlarım vardı ve onları sakladığım dosyalarım. kongreden aldığım dosyalar  o günlerden bu günlere ne değişti demiyorum çok şey değişti de neden değişti? değişmeyen tek şey parmaklarım hala beynimin hızına yetişemiyor
küçük kız büyüme yolunda ne yaptı bilmiyorum ama çok yanlış bir şey yaptığı kesin
ne iğrenç yazıyorum ben

25 Haziran 2011 Cumartesi

elveda

'’Elveda’’ dedi çiçeğe ama çiçek cevap vermedi.
‘’Elveda’’ dedi tekrar. Çiçek öksürdü ama üşüdüğü için öksürmemişti bu kez.
‘’Aptalca davrandım’’ diye fısıldadı sonunda.  ‘’Lütfen beni affet.  Mutlu olmaya çalış.’’
Oysa küçük çiçeğin sitem edeceğini sanıyordu. Şaşırmıştı. Elinde çiçeğin korunağı, öylece kalakalmıştı orada. Bu davranışına bir anlam veremiyordu. Çiçek: ‘’Seni elbette seviyorum’’ dedi. ‘’Eğer bunu anlayamadıysan suç bende ama sen de en az benim kadar aptalca davrandın.  Neyse, mutlu ol o korunağı da bırak elinden, artık onu istemiyorum.’’

13 Haziran 2011 Pazartesi

başlık koyma özürlüyüm ben

hey çocuk!
efendim
konuşmak ister misin?
istiyor olabilirim evet isterim
anlat bakalım küçük kız gel şöyle başını dizime koyabilirsin istersen saçlarında ne kadar yumuşakmış
Dalin ile yıkıyorum çünkü
oha burcu! Dalin mi? eşek kadarsın yavrum sen! manyak mısın?
ama çok güzel kokuyor çokta büyük değilim ya abartmasak
küçül küçül de cebime gir
neyse arkadaşım konumuza dönsek mi bir şey anlatacaktım.
ha evet tabii pardon seni dinliyorum.
ay anlatmıycam. bugün beni dinleme havanda değilsin sen hem üstteki muhabbetten sonra kaçtı işte kaçtı anlatmıycam
anlat diye yalvaracağımı mı düşünüyorsun
yaniii en azında bir kere daha sorarsın diye düşünüyorum.
ben hiç tanımamışsın o zaman john! hadi ben kaçtım
çokta tın

4 Haziran 2011 Cumartesi

Kendimizi kurtarabilirdik, ama yapmadık. Çok garip. Nasıl bir ruh haliymiş ki, yok olmanın kıyısındayken omuz silkip geçmişiz.”

Bu söz 'Age of Stupid' filminden. 


Nasıl bir ruh hali bu? yok olmanın benzersiz huzuruna mı kanıyorum acaba?

9 Nisan 2011 Cumartesi

Johann Strauss II - The Blue Danube Waltz




sözleri olmadan ezberlediğim bir şey :)

2 Nisan 2011 Cumartesi

 Bazı şehirleri özlemek, tek gözlü bir odaya toplaşıp, annenin yaptığı sıcak tarhana çorbasıyla ısınmayı özlemek gibidir.


O şehirlerin sokakları, annenin ellerine benzer. Ağrıdan çatlayacak gibi duran alnını okşar durur gecenin bir yarısında. Annelerin duası varsa, şehirlerin de duası vardır mırıldanıp durduğu.



Bu baş ağrılarım beni öldürecek biliyor musun?
Kalk Kudüs’e gidelim..
Allah şehrine gidelim. Allah bizi gözetsin, korusun, kollasın Kudüs hatırına. Kalbimizin ağrısı, başımızın ağrısı, ruhumuzun ağrısı hafiflesin şehre yaklaştıkça.

Tarhana çorbası içer gibi içimize çekelim, gökyüzünde yaratılıp yeryüzüne indirilen bu şehrin sokaklarını. Kudüs’ün bulutlarından tespih yapıp “subhanallah” çekelim.


Peygamber sükunetine erelim şehrin sokaklarında. Tur’a çıkalım.
Bağıralım boğazımızı yırtarcasına; “Rabbimiz biz de aşk ehliyiz bize de yüzünü göster!”
Tur Dağı paramparça olsun, kalbimiz paramparça olsun aşktan.
Kalk Kudüs’e gidelim..


Yahya peygamberin yanında büyüsün çocuklar.
Elleri taş tutacak yaşa gelsin. Kalpleri aşk tutacak yaşa.
Sokaklarına atalım kendimizi. Adımızı söyleyelim kontrol noktalarında.
Horlanalım, ezilelim, bekleyelim saatlerce. Vazgeçmeyelim inatla.


Kalk Kudüs’e gidelim..
Çöp bidonlarının arasında dolaşalım.
Bak şu küçük çocuk var ya vuracaklar onu! Hani babasının arkasında duran.
Başını babasının sırtına dayayan çocuk. İşte o!
Vuracaklar birazdan onu. Çöp bidonlarının arasında dolaşalım.
Endişe etme çocukların kalbine değen kurşunlar sekmezler hiçbir yere.

Mescide gidelim. Yıkılacaksa üzerimize yıkılsın boşver.
Sen elimi sıkı tut korkma. Mescide gidelim.
Bir bayram namazı kılalım şehirle birlikte. Zekeriya’nın yanında saf tutalım. Ve Musa’nın ve İsa’nın ve Yakup’un.
Bekle birazdan Ömer de gelir buralara. Şu beyaz sakallı adamı görüyor musun?
İşte onun tekerlekli sandalyesini itelim birlikte. Nereye gitmek isterse oraya.
Hayfa’dan aldığımız portakalları ikram edelim, o çok sever.

Birlikte Zeytindağı’na çıkalım şehre bakalım doya doya.
Kalk Kudüs’e gidelim sevgilim…
Allah bizi gözetsin, korusun, kollasın Kudüs hatırına.
Kalbimizin ağrısı, başımızın ağrısı, ruhumuzun ağrısı hafiflesin şehre yaklaştıkça…


Tarık Tufan

18 Şubat 2011 Cuma

KARIŞMIŞ

Bir gün
Yıllar sonra
Hüzün kaplarsa yüreğini
Sebepli ya da sebepsiz
Ve aklına gelirse hatıralar
İlk önce baharı düşün
Ilık esintilerle dolu baharı
Hayatın canlandığı mevsimi
Bir ağacın uyandığını yakasında yeşillerle
Umudun tazelendiği günü düşün
Ve beni
Bir de beni düşün…
“Beni biri öyle sevdi ki…” de içinden
Gülümse
Ama yaşlanmasın gözlerin
Hele ki yıkanmasın yanakların
Sakın…
Sadece gülümse
“Keşke” de deme sakın
“Öyle olması gerekiyordu”
“İmkânsızdı”
“Zaten ben sevmemiştim”
“Sadece yüreğim karışmıştı…” de
Böylelikle fazla takılmazsın
Bir gülücük de böyle atarsın maziye
Ama sen unutma yine de demeyi;
Beni biri öyle sevdi ki… 


sahi… bu kaçıncı bahar?..
ebru yaşar seçen 2010
bahar

14 Şubat 2011 Pazartesi

Unutma !

Unutma ! bir gün öleceksin.


Unutma ! rızkı veren Allah.


Unutma ! hayır bildiklerinde şer, şer bildiklerinde hayır vardır.


Unutma ! elemlerin yok olmasında lezzet vardır tıpkı lezzetlerin yok olmasında elem olduğu gibi.


Unutma ! herkes insan ve her insan hata yapar.


Unutma ! hayat sana uzun gelebilir ama aslında varlık yolculuğunda bir andan ibarettir.


Unutma ! ne kadar kasarsan kas, herşey olacağına varır.


ve unutma ki ! bazen unutabilmek sana verilmiş en büyük lütuftur.




orjinal metin için tıklayın
http://kimseokumasindiye.blogspot.com/2011/02/unutma.html

12 Şubat 2011 Cumartesi

GAZEL

Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı

Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı

Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı

Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı

Gâmım pinhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen
Desem ol bî-vefâ bilmem inanır mı inanmaz mı

Değildim ben sana mail sen ettin aklımı zâil
Beni tan eyleyen gafîl seni görgeç utanmaz mı

Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı





Fuzûlî

bundan sonra herşeyin rengi siyah olmalı bence

yine bir savaştan yenik ayrıldık blogcum tahminler herzamanki gibi şaşmadı beklentiler; şu %1.küsürlerde olan umuttan ses seda yok. hayat neden beni bir kere olsun şaşırtmıyor? tek şey yolunda gitse mesela. ne kadar narin olduğumu bilmesine rağmen neden beni bu kadar hırpalıyor? altından kalkamayacağım yükler omuzumda.daha işe girişmeden beyinen yıpranıyorum ki ben.
çok çaresizim be blog şaştım kaldım durdum düşündüm yapamadım ne zamana kadar böyle devam ederim bilmiyorum ya da edebilirim
oyunu kurallarına göre oynayamıyorum ben çünkü oyun adil değil benden hep bir şeyler gidiyor ama yerine gelen yok tükenmek üzereyim
hayattan hiç bir zaman mucize beklemeyeceksin hayat felsefen bu olmalı ''no miracle'' hatta bir şeyler tıkırında giderse 'nasıl ya?' deyip düşüneceksin. bu işin içinden ancak böyle sıyrılabilirsin yoksa

30 Ocak 2011 Pazar

her gece uykuya dalarken 7 yaşımda uyanacakmışım gibi dalıyorum. bi gün gerçekleşir mi? annem kahvaltıya çağırdığında ben rüyamda yapmıştım diyerek tekrar uyumaya devam ettiğim o günler...
geçmişe dair neden bu kadar büyük bi özlem duyuyorum? neyim var benim :(

18 Ocak 2011 Salı

I WANT YOU

The guilty undertaker sighs
The lonesome organ grinder cries
The silver saxophones say I should refuse you
The cracked bells and washed-out horns
Blow into my face with scorn
But it’s not that way
I wasn’t born to lose you
I want you, I want you
I want you so bad
Honey, I want you
The drunken politician leaps
Upon the street where mothers weep
And the saviors who are fast asleep, they wait for you
And I wait for them to interrupt
Me drinkin’ from my broken cup
And ask me to
Open up the gate for you
I want you, I want you
I want you so bad
Honey, I want you
How all my fathers, they’ve gone down
True love they’ve been without it
But all their daughters put me down
’Cause I don’t think about it
Well, I return to the Queen of Spades
And talk with my chambermaid
She knows that I’m not afraid to look at her
She is good to me
And there’s nothing she doesn’t see
She knows where I’d like to be
But it doesn’t matter
I want you, I want you
I want you so bad
Honey, I want you
Now your dancing child with his Chinese suit
He spoke to me, I took his flute
No, I wasn’t very cute to him, was I?
But I did it, though, because he lied
Because he took you for a ride
And because time was on his side
And because I . . .
I want you, I want you
I want you so bad
Honey, I want you

13 Ocak 2011 Perşembe

bugün bişey yazmasam olmazdı. bugün büyük gün. bugün bugün ımmmm nası söylesemki uzun hikaye çok uzun ve artık konuşulmaması gereken bi hikaye ama bugünde yazmıycaksam blog ne işe yarar ki? pekala yazmıyorum resim herşeyi anlatır :(

Sagopa Kajmer - Sürahi

12 Ocak 2011 Çarşamba

Fiona Apple - "Across The Universe"

nobody knows the trouble i've seen nobody knows my sorrow nobody knows the trouble i've seen glory, hallelujah!!!

7 Ocak 2011 Cuma

dem bu demdir

Firkatin nariyle gönlüm, yan olur, püryan olur,

Varlığın zevk-u sefadır, yokluğun giryan olur,

Ay yüzün gören gözlerim, mest olur hayran olur,

Yakma ey can, yakma kalbim, ateş-i suzan olur.



Bağ-ı aşka düşen gönül, bülbül-i nalan olur,

Can-ı bülbül ol gülşende, aşk ile devran olur,

Gülyüzün gören gözlerim mest olur hayran olur,

Yakma ey can, yakma kalbim, ah ile efgan olur.



Vuslatın aşkıyla gönlüm, şad olur şadan olur,

Derd-i aşkın neyleyim ki, derdime derman olur,

Nur yüzün gören gözlerim, mest olur hayran olur,

Yakma ey can, yakma kalbim, ateş-i niran olur.

MUSTAFA DEMİRCİ

4 Ocak 2011 Salı

of not being a jew

İniyorum kulelerinden katil
iniyorum maktul minarelerden
taraçadan, bahçeden
ilk tanıyı bulanların indikleri her yerden
ilk tanıyı bulandıran bir vaşakla birlikte
değdikçe ayaklarım merdiven alçalıyor
açılıyor leşlerin, atmıkların cesurane
canlıların korka korka uzandıkları zemin
ağzımda kef
iki gözIerimde mil
iniyorum kulelerinden
katil.
Körüm, o halde karanlık niye benden kaçıyor?
Sağırım, nasıl oluyor da uğultum uzaktan
beni çağırmaktadır?
Göklerin çökeltisinden başkaca soy
toprağın tortusundan gayrı hısım bilmeksizin
iniyorum kirli eteklerine
beni emziren kaltak şehrin
iniyorum ama indirilmedim
iniyorum çalıntı tahtımı terk ederek
arada bir çehremi dalgalandıran karaltı
vurulmuş arkadaşlarımdan yansıyor olsa gerek
iniyorum onlardan artakalan yükü indirmek için
indiğim yerde beni bir bekleyen yok
indiğim yerde biçilmiş ot gibiyim
puslu, çapraşık, koklanmamış
ihmalkâr gözle okunmuş bir kitap
bîtab bir gözle okunmayı tercih ederdim
yoğrulmuş olan benle bir daha yoğrulsaydı
benimle açsaydı ağırdan
tükeniş faslını mızrap.
Yağmurun yoldaşı denebilir mi bana?
Ne dökülüş inişimde, ne çakış…
Yalnızca o çetrefil
aralama zahmetine katlanarak
iniyorum kızları utandıran iç çekişle
erkekleri boğan kasvetle iniyorum.
Öfkemdi başlattı yolu
ısrara gerek var deyip durdu şehvetim
istemedi doğurmak böyle bir uğraşı tabiat
tarih onu tanımazlıktan geldi
bir dövüş olsaydı sonunda belki gevşerdi hırsım
belki saçlar taranırdı bir sevişmeden sonra
ama ben hınca hınç bekçisi kalacağım burçlarımın
sonunda yükü bıraktığıma yanacağım.
İniyor ve inliyorum
nereye bir kucak dolusu
sonluluk sorgusu getiriyorsam
oraya bir kucak da getiriyorum
bir kucak sadece genç ve diri değil
bir kucak sadece yaşlı ve yorgun değil
bir kucak sadece erkek ve vakur değil
bir kucak sadece kıvrak ve dişi değil
bir kucak sadece kavruk ve intikamcı değil
bir kucak sadece gürbüz ve atak değil
bir kucak sadece üzgün ve dindar değil
bir kucak sadece temiz ve sevecen değil
bir kucak sadece pis ve sırnaşık değil
bir kucak sadece cömert ve sıcak değil
bir kucak sadece sancılı ve keskin değil
bir kucak sadece umursamaz ve bezgin değil
bir kucak sadece öksüz ve çolak değil
bir kucak
sadece bir kucak
açılınca açıkları kapatan
acıkınca doyuran
ve doyurunca
nasıl da perişan, ne kadar da ölçülü
darası alınmaz yüküm bu benim
kayda geçirilemez, narhı konulmaz
resmen ve alenen ifade usulü yok
gözümün feri saydım onu, gücüm bundadır
dizimin dermanıdır o
buradan gelir cesaretim
bende bu kucak olduktan sonra
iyi veya kötü ne yapılabilir
kendi hayatı aleyhine
binlerce defa dolap
çevirmiş olan bana?
Bakın, bulduğum her gerçeği delik deşik ediyor
kayboluş kapımı sürgüleyen bir vaşak
her sevincimi viran eden bu hayvan
yalanlar içinde boğulmamı önlüyor
ondan kurtulacak olursam biliyorum
beni yaşamakla coşturan
bir kaynak keşfederim
ondan kurtulduğum an
bütün boyutlarımı
kaybederim.
Önceleri, acemiyken
bu vaşak yokken daha yanıbaşımda
okul müdürü
veresiye satan bakkal
kapıcı ve akrabaları
dört ayrı ölümle ölmeyi öğren
demişlerdi bana
dört bucakmış
anlattıklarına bakılırsa dünya
omzun güneş kokuyor demişti
kısa eteklikli kız
o da omzuma bir şey konduracak mutlaka.
İşte o zaman bildimdi
anladımdı o sıra
ne bir atlas kalır bende, ne ibrişim
bu çuha, bu sicim elden çıkarsa
acemiydim gitmem dedim sizin provalarınıza
bön ve berbat buluyorum yaldızlı yaz gecelerinizi
berbattır balkonda o güneşli sabahlar
biraz açılmak için açıldığınız kırların
aniden karşılaştığınız ırmakların
ürpertisi ahmakça
böndür beni belimden bölmeye kalkan enlem
benden iki bakışık parça
çıkarmaya çabalayan boylam da berbat
ipekli libas giymem, altın takınmam
atımın eğerinde kaplan derisi yoktur
çehreme iyi baksalardı yırtılırdı
uykularının zarı
uykuluydular sinerken bedenime kıraç dağlar
bitek vadilerle beraber ben tenimi yumarken
uykularına tutundular…
Çocuklar acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek
acılardır paylaşan çocukları
gün geldi paylaşıldı acılar
çocuklar paylaşıldı
bana bırakılan neyse ona burun kıvırdım
gittim bir kuyudan su çektim
halka boynumdan geçti
geçti boynuma kemend
d harfine bak dedim
nasıl da soylu duruyor sonunda kelimenin
harfe bak, harfe dokun, harfin içinde eri
harf ol harfle birlikte kıyam et
harf of harfler ummanına bat
çünkü gördüm ne varsa sonunda kelimenin
çünkü böndür altında kaldığım töhmet
uğradığım kinayeler bön ve berbat.
Evet, ilmektir boynumdaki ama ben
kimsenin kölesi değilim
tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya
tarantulaymış benim adım diyecek değilim
tam düşecekken tutunduğum tuğlayı
kendime rabb bellemiyeceğim
razı değilim beni tanımayan tarihe
beni sinesine sarmayan
tabiattan rıza dilenmeyeceğim.
Gittim su çektim en derin kuyudan
en hileli desteden
kendi kartımı çektim
yaktım belgeleri
bütün tanıkları yok etmek için
ricacıları öldürdüm
onlar bu dumanlı dünyanın
beni nasıl özlediğini görmüş olabilirdi
gerçekten özlemişti beni dünya öze çekmişti
özüm gelinceye kadar bana temas etmişti
bu dokunuş parlatınca beni
benden biraz dünya
isteyen ricacıları
öldürdüm ve
kıtal bitti.
Yazık.
Yazık ki yazgımın boyası koyu.
İnilecek kadar indim. Hayfa.
Yine bir geçitteyim, yeniden bir liman şehri bura
eskilerin tayfası yine hep buradalar
hep bilinen tecimenler, tanıdık yosmalar
havada hayza benzeyen aynı koku
binalara yaklaşırken eskisi gibi
sıklet artıyor
hâlâ ayırt edilemiyor dişli gıcırtıları
çocuk çığlıklarından
tanıyorum bunlar
bulutlara bakmak için penceresi evlerin
bu da deniz
hırs püsküren, toynak durduran deniz
rezeleri yerlerinden oynatan
vâdeden, vâdeden, vâdeden tesellicimiz.
Bir yanımda kıyısı kışkırtıcı
ufku muallâk deniz, bir yanımda
kamu açıklamaları, genelgeler, tahvilât
kimin yüzünü çevirdiysem
hüznü de sevinci kadar ıskarta…
Niye indim buraya ben?
Boşuna mıydı yol boyunca benliğime
musallat olan belâ?
Bir çevrim tamamlandı mı şimdi?
Yine mi döndüm başa?
Olmaz diyor yanımdan ayrılmayan vaşak
kimse başa dönmemiştir, dönemez
hele sen geçtiğin o ormanlar
rüyalarındaki canavarlardan sonra
çok uzaksın o ilk
fırlatıldığın zamana.
Aldanma bunlar tayfa değil
burada doğdu hepsi
denize hiç açılmadılar
denizi sen kadar bile
tanıyan yoktur aralarında
her biri uzak bir beldeden geldi
sanılsın istiyor yosmalar
böylece saygın fahişeler
arasına katışacaklar
müptezel birer facire ofsalar da.
Tecimenler, onlar da sahi değil
onlar da olmayan tayfaların
gemilerinden çıkan malları
sattıklarına inandırmak istiyor
şehrin acemi insanlarını.
Sen ve yağmur.
Başa dönemezsiniz.
Öyle bir yol yürüdünüz ki ancak
dönüş yolunu yok ederek gelebilirdiniz
inişiniz bir iniş olurdu başa dönmemecesine.
Yağmur yalnız yağarken yağmurdur
sen yalnız senken sensin
burada kalamazsın ve başa dönemezsin
gitmek zorundasın
kovalanan bir Yahudi gibi
ama Yahudiler gibi kendinle kalamıyorsun
her şey çok yetersiz senin için
her şey sana çok fazla
ayıklarsan ayık durabiliyorsun
aranı açıyorsun kendinle
eşyayı araladıkça
uyanmanın bedeli serapları fedadır
uykuyu tadayım dersen
kâbusa dalmak pahasına.
Tarihe dersini vermen gerek
yoldan ayrılamazsın
yediremezsin sokulmayı kendine
tabiatın apışaralarına
ne yıkılmış bir tapınağın suskunluğu
durdurabiliyor seni
ne gürültülü bir havra.
Yükün ağır.
He’s so heavy
just because he’s your brother.
Kardeşlerin pogrom sana.
Dostlarının eşiğine varınca başlıyor
senin diasporan.
Herkesin bahanesi var, senin yok
günahlı bir gölgenin serinliğinde
biraz bekleyebilirsin, daha sonra
burada kalamazsın, başa dönemezsin
ama dön
Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!
Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!
Eve dönmek
kendime sarkıntılık etmekten başka nedir?
orada, arada bir beni yoklar
intihara ayırdığım zamanlar
bunlar temiz, kül bırakan zamanlardır
düzgün sabuklamalardan bana kalan..
Evde
anlaşılmaz bir tını
bilmem nereden gelir
uykumdan? kanımdaki çakıldan? unutkanlığımdan?
bilemem Yahudi değilim
gizli bir yerde genizam yok
bilemem insan nerenin yerlisidir
ömrüm burada
bütün Yahudiler gibi
raflara doğru, çekmecelere
sahanlıklara doğru geçti
yabancı ellerde çitilenmekten korunmak için
bir sıvaydım kendime kendi ellerimde
tıpkı Yahudiler gibi
buraların yerlisi ben değilim.
Şarkıya dönersem ense köküm seyrelecek
ağdası çözülecek bana aşktan bulaşan kozlarımın
şehrin insanları yumruklarımda beyaz bulut
yolun çamurunda revnâk-ı bahar bulacaklar
ben şarkıya dönünce
boğazlarındaki boğum insanların epriyecek
ve onun yerine her günkü işleri yaparken
kepenkleri kaldırırken, silerken tezgahı
kalbe gizlice batan kıymık geçecek
şarkıya dönersem, yanık bir şarkıya
holokost neymiş meğer
herkes bilecek.
Kalbime döneceğim, ama hangi yolla?
Yedeğimdeki okunaksız
şarapla lekelenmiş, solgun harita
uyduruk bir şey mi bilmiyorum
yoksa sahiden definenin yeri
gösteriliyor mu orada?
Ama boşver... Nasıl bir ilgi olabilir
kalbe dönmekle define bulmak arasında?
Lâkin ben inerken her dönemeçte
bir parçasını ele geçirdiğim
her molada, her zorlanışında nefesimin
her ayak sürçmesinde çiziktirdiğim haritamın
bütün paftalarında sabit mürekkeple işaretlenmiştir
nerelerde kıraçlaşır
rahminde levendane öcün tohumları yatan gece
güneşin şifa diye bilinen ışıkları
nerelerde kıyıcı bir zehre çevrilir…
Haritamda caddeyi ürpertiye açacak
bir kaç kaçıktan başka nirengi noktası yok.
Açıkça gösteriyor haritam farkı nedir
bir cenaze kalkarken yağan yağmurun
bir hükümet darbesinden sonra yağan yağmurdan.
Yağmalar belli ki kim bulsa defineyi, umurumda mı
ben kalbime döneceğim fokurdayıp pörtlemek için
hep fokurdak ve pörtlek kalacağım kalp içinde
canı sıkkın kızların yüzlerinden
döşünden ahı kalmış delikanlıların
dünyaya habire pörtleyeceğim
evlerin olanca tınısı dindiği zaman
kısıldığı zaman bütün şarkıların kanatları
fokurtum dokunacak herkese yedi ırkın kavşağından.
Yahudi değilsem bile
bende Yahudalık da mı yok-
Kimi öptüm de kurtuldu çarmıha çakılmaktan?
 
İsmet Özel