28 Aralık 2009 Pazartesi

DAYAN MUİN... DAYAN GAZZE...
Yıldıray Oğur/Taraf Gazetesi/05.01.2009


Az önce televizyonlara Gazze'den bağlanıp "Ölmezsem sonra yine
konuşuruz" diye espri yapan Filistinli Muin Naim'i tanıyorum.
Bu espriyi yaptığı sırada İsrail savaş makinesi onun evine doğru
ilerliyordu.
Hamas'ın Türkçe bilen sözcülerinden biri olmuş Muin.
Benim ODTÜ'den arkadaşım.
ODTÜ'de bir zamanlar yüzlerce Filistinli öğrenci okurdu. (Kızlar da
vardı ama onlar başörtüsü yasağından sonra gelmez oldular.) Şimdi
Gazze'den telefonla bilgi alınan Türkçe bilen o Filistinlilerin çoğu
ODTÜ'lüdür herhalde
Muin de onlardan biriydi.
O da diğer Filistinliler gibi okulun etrafındaki bakımsız, ucuz
evlerde kalırdı. "Filistin kampı" derdik biz o evlere.
Bütün Filistinliler gibi onun da dersleri kötüydü. Kötü şartlardan
gelmişti çünkü. Birlikte kaç defa Calculus dersini alıp, kaldık
hatırlamıyorum. Ama Bahar Şenliği'nde Filistin standında yaptıkları
lezzetli felafalleri hiç unutmadım.
Aynı öğrenci topluğunda bulunduk Muin'le. Şanlıurfa'ya, Antep'e gittik
trenle, yolda uzun uzun Filistin'i konuştuk.
Ne yapacağını bilmiyordu Muin. Filistin'e dönmek, bütün hayatını bir
trajedi ve mücadele içinde geçirmeyi en baştan kabul etmek demekti.
Dönmemek ise, gurbette aynı sefaleti hem de ülkesine ihanet etmiş olma
duygusundan bir an olsun kurtulamadan çekmeyi kabul etmek demekti.
Tanıdığım bütün Filistinliler gibi onun da hayatı politika ve
mücadeleydi. Devrim yapmak, iktidara gelmek, toplumu dönüştürmek için
değil, adam gibi yaşamak için, adamı da bırakın sadece yaşamak için.
Bu dünya onlara normal ve basit bir hayat sürdürme fırsatı vermedi
çünkü. Şimdi onlardan militan, terörist diye bahsedenler, Hamaslı, El
Fetihli ya da başka bir örgütten olmanın Filistinli olmak, olmayan
Filistin devletinin vatandaşı demek olduğunun farkında değiller.
Dün Muin'i televizyonda gördüm. Hamas sözcüsü olmuş. Türkiye
televizyonlarına bağlanıp, bilgi veriyor. Hiç değişmemiş aynı muhlis
Muin o. Aynı bacı kalfa Türkçesi. Aynı hınzır ses. Karıncayı
incitemeyecek, iri cüsseli, saf, tertemiz, bir tek İsrail denince
tepesi atan Muin o.
Şimdi siz Muin'e terörist mi diyorsunuz? Allah korusun Muin
öldürüldüğünde İsrail, askerî hedefleri mi vurmuş olacak? İsrail bu
kez çocuk ve kadın öldürmedi, hastaneye saldırmadı diye "ohh" mu
çekilecek, "su testisi su yolunda kırılır" mı denilecek?
Peki, siz söyleyin. Muin'in yerinde olsaydınız siz ne yapardınız?
Bir sabah 2000 yıl önce bu toprakların sahibi olduğunu iddiasıyla
Hititler gelse bizi evlerimizden atsa.
Sonra da boşalttığımız evlerimize, topraklarımıza yerleşse.
Bizi de birkaç mülteci kampında toplasa. Etrafımıza duvarlar örse.
Bir kısmımız Bulgaristan'a, Yunanistan'a, Suriye'ye, Gürcistan'a,
İran'a kaçsa.
Oradaki mülteci kamplarında yaşamaya çalışsa. Hayatımız mahvolsa.
Ama ABD, AB ve tüm dünya Hititlerden yana olsa.
Müslüman ülkeler bile bize sahip çıkmasa.
BM'nin bize verdiği küçücük toprak parçası bile işgal altında olsa.
Dünyanın buna bile sesi çıkmasa.
60 yıldır bu rezillik, bu hayat mücadelesi, bu haksızlık böyle devam
edip gitse.
Siz de bu rezilliğin, bu hayat mücadelesinin, bu işgalin ortasına
doğsanız.
Anneniz, babanız, bütün sevdikleriniz açlıkla, yoklukla, sefaletle
mücadele ederken az ötede sizin evlerinize kurulmuş Hititler refah
içinde yaşasa.
Bütün dünya onları tanısa, bütün dünya onları muhatap alsa.
Gülseler, eğlenseler, gelecek endişeleri olmasa.
Ve bütün bunları her gün görseniz. Bütün bu çelişkiyi her gün
yaşasanız.
Her gün kendi vatanınızda kontrol noktalarında aşağılansanız.
Bir de haklarınız için mücadele ederken kendi vatanınızda adınız
teröriste çıksa?
Eliniz kolunuz bağlanmış olsa.
Siz ne yapardınız?
Sadece taş atmak öfkenizi nereye kadar keserdi?
Dünyanın en iyi üniversitelerinde, en iyi şartlarda okumuş, yaşamış,
"ilkel" güdülerinden kurtulmuş, dünyanın en derin adamlarından biri
olmuş Filistinli Edward Said'e İsrail hedeflerine taş attıran öfkenin
Gazze sokaklarında her gün bu işkenceyi yaşayan sıradan bir Filistinli
gence neler yaptırabileceğini düşünün. Hele son İsrail saldırılarından
sonra?
Ve tekrar düşünün Siz Muin'in yerinde olsaydınız ne yapardınız?
"İsrail kendini savunuyor" diyen AB'nin adaletine mi güvenirdiniz?
"İsrail'i çok iyi anlayan" Obama'dan mı çözümü beklerdiniz?
Koltukları karşılığında, dünyanın egemenlerine zavallı Filistinlileri
satan totaliter Arap rejimlerinden mi medet umardınız?
Bush ile işbirliği yapan, Hamas'ı bitirmek için Mısır'la işbirliği
içinde Gazze'yi açlığa terk eden El Fetih'e mi katılırdınız?
2005'te Arap dünyasının en adil seçimleriyle, demokratik yollarla
iktidara gelen, uyguladığı yanlış siyasi stratejilere rağmen bir
şekilde İsrail karşısında durabilen tek Filistinli güç haline gelmiş
Hamas'a mı katılırdınız?
Yoksa kan ve barut kokan, abluka yüzünden insanların ot yediği Gazze
sokaklarında "Bütün dünya buna inansa bir inansa hayat bayram olsa"
tarzında mı takılırdınız?
Türkiye'de "Ama Hamas da" diyerek suça ortak olanlar, suça sessiz
kalanlar tüm bunları hiç düşündü mü?
Buradaki "ama" ile "Ama Ermeni çeteleri de Türkleri öldürdü"deki ama
arasında bir fark olmadığını hiç düşündü mü?
Peki, siz bu berbat şartlarda yine de bir Muin olabilir miydiniz?
Bir insandan ancak canlı bir bomba yaratacak bu şartlarda onun kadar
muhlis, sevecen ve vicdanlı kalabilir miydiniz?
Siz bu şartlarda bile Muin gibi espri yapabilir miydiniz?
Serinkanlılığınızı koruyabilir miydiniz?
Az önce " Ölmezsem yine bağlanırım" diye espri yaptı televizyonda
ODTÜ'den Filistinli arkadaşım Muin.
Tam o sırada İsrail savaş makinesi evine doğru ilerliyordu.
O öyle söylediğinden beri ben merakla ve endişe içinde televizyon
başındayım ve onun yeni bir kanala canlı bağlanmasını bekliyorum.
Ölme Muin. Öldürme Muin.
Çok bekledin. Çok sabrettin.
Sakin, huzurlu bir hayatı sen de hak ettin.
Dayan Muin... Dayan Gazze...

13 Aralık 2009 Pazar

zaten hapsi başlıksız anasını satıym

insan kendinden nasıl kaçar? ya da ne yapsa kaçabilir? imkansız mı?

evet kaçar. bir süre oyalar kendini ama eninde sonunda yüzleşir. ne kadar acı çekerse çeksin herşeye rağmen yüzleşir çünkü artık kaçacak mecali kalmamıştır. yani insan kendinden asla kaçamaz. yüzleştiği zaman nasıl bu kadar iğrençleşebildiğini algılayamaz. ama ortada kat-i bir gerçek vardır. ilk once kendini kandırmaya calışır. hayır canım bunu yapmış olamam der. bir süre buna inanır resmen kendi uydurduğu yalana inanmaya başlar. ama bi gün gelir o kafa dannnnnnnnn eder ozaman anlarki. bu dünyada yaşamaya hakkı yok. ama bu saf kardeşimiz zaten ilk in kaçarak ne kadr korkak bir insan olduğunu bize göstermiştir. bu dünyaya sadece zararı olduğunu bilir ama kendini öldüremez. gözlerden gönüllere intikal edemez.

hep düşte yaşar hiç reeli sevmez. kendinden 3. tekil şahısmış gibi bahsetmekten hoşlanır. bilmezki hiçbirzaman hayatta 1. tekil şahıs olamamış, bir kere olsun nefsini yenememiş. hala da yenemiyor çok üşüyor. yalnızlık onun kaderi. sona varana kadar elini ısıtacak tek şey diğer eli olacak. sorsan oda zaten bunu istiyordur asla kabul etmez birilerininde onu umursamasını istediğini.



etmez edemez o bunu başaramaz yapamaz hayır ııı ııı olmuyor olmuyor

25 Kasım 2009 Çarşamba

ağzımın kıyısında yara gibisin azıcık gülsem kan gülmesem koca bir hüzün
isteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğimi fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerin daimi bir mesulünü bulmuştum:buna içimdeki şeytan diyordum. müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum.,
halbuki ne şeytan azizim, ne şeytan? bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması.içimizdeki şeytan pekte kurnazca olmayan bir kaçamak yolu. içimizdeki şeytan yok içimizde aciz var. tembellik var iradesizlik bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bişey hakikatleri görmekten kaçma ihtiyadı var

7 Kasım 2009 Cumartesi

say ki
bir gece düştün güverteden
soguk sularda ve karanlıkta
seni bırakıp gitti gemi
çırpınıp durdun sabaha kadar
ilk ısıklarla görüyorsun
uzakta bir ada
yüzüyorsun gözlerinde bir umut
yüzüyorsun
dudaklarında bir gülüş
ulaşıyorsun
ada bir köpükmüş
tut ki
bir kuyunun dibindesin
sallanıyor bir kalın urgan
kuyunun agzından
yarısına kadar
ölüm geliyor
sevdiklerin geliyor aklına
son bir gayretle tırmanıp tutuyorsun
urgan
bir yılan

23 Ekim 2009 Cuma

'Success is just like being pregnant. Everybody congragulates you but nobody knows how many times you were fucked"

9 Ekim 2009 Cuma

violet


"Just a little violet
From across the way

"Came to cheer a prisoner
In his cell one day

"Just a little flower
Sent by a loving hand

"Has a kindly meaning
That true hearts understand

"Just a little violet
Plucked with tender care

"God has smiled upon it
And the sender fair

"And soon that little token

"Wrapped in hands so neat
Rests quietly within a grave

"O'er which a heart that's true does beat"

12 Eylül 2009 Cumartesi

Bulutların üstünden
Bıraktım ben kendimi
Sonunu düşünmeden
Duygular sarınca beni
Gizlice tuttum elini
Yüzüne baktım usulca
Gözlerin fısıldadı ah
Mutluluğu yavaşça
Çiçeklerin kokusu
Dalgaların şarkısı
Rüzgarın fısıltısı
Bir sana bir de bana
Bahçede hanımeli
Gökyüzünde yıldızlar
Yağmurun narin sesi
Şimdi bir anlamı var
Aşk nasıl da kırılgan
Sus dedim ama olmadı
Kalbimden ismin geçti ah
Kimseler duymadı
Çiçeklerin kokusu
Dalgaların şarkısı
Rüzgarın fısıltısı
Bir sana bir de bana

24 Ağustos 2009 Pazartesi

gökyünden çaresizliğimi yağmur vur yüzüme hadiiiii VUR YÜZÜMEEEEE

23 Ağustos 2009 Pazar

CEM ADRİAN o'nun bir düşü var ki...

bu şehirde bir kadın var adı bana özel bana özel bana özel
elleri var küçücük, yüzüyse çiçeklerinden güzel çiçeklerinden güzel
kimse bilmez benden başka bir kalbi var kocaman ama bana özel bana özel
bazen kızar dünyaya ama sadece kendini üzer kendini üzer
göremezler görmezler izin vermese asla üzemezler üzemezler
çözemezler çözemezler onun bir düşü var ki asla asla bilemezler bilemezler
kalbindeki elmasa erişemezler çözemezler çözemezler onun bir düşü var ki asla
bazen bakar gökyüzüne o bulutları izler bulutları izler
kuş olup uçmak kanat çırpmak o bulutları geçmek ister
yemyeşil çimenlerde çırılçıplak koşmak ister koşmak ister
bu kahrolası gri şehrin tüm yollarını rengarenk boyamak ister o o o o
şimdi o kanatlarını rüzgara açmış dur diyemezler diyemezler
yıldızların arasında o kadar parlak ki onu seçemezler seçemezler
başka sular arıyor o başka rüzgarlar
başka yollara yürüyor başka sularda o
başkaaaa heeeep

6 Ağustos 2009 Perşembe

gel senle die baslayan yazı benim değil neşenin. sonraki benim sonraki onun öle gidiyo...
ee? oturup ağlayalım mı o zaman?eh be mczb, bi dünya mantıklı şey sıraladım, birinden birini kabullenmek lazım işte. yoksa beri gel depresyon kardeş.
geçmişte yaşadığımız güzel anlar yanımıza kâr tamam bunları hatırlamakta iyi... işin kötü tarafı bunları hatırladıktan sonra kurduğumuz keşke ile başlayan cümlelerin asla gerçekleşemeyecek olması. yani hatırladığımdaki keyfimi o ana tekrar dönememdeki üzüntüm götürüyor ve bana malesef birşey kalmıyor
onunla oynarken aldığım keyifle büyüdüm. şimdi keşke hâlâ o keyfi alıyor olsaydım diyebilirim ama o zamanki mutluluğumu yok sayamam ki.
son cümle doğru değil bence Hâlâ, onunla oynarken aldığın keyif sende, yanına kâr. onunla oynarken aldığım keyif bende değilki. o keyif ozamanki bende kaldı ve bunu bilmek çok üzücü çünkü o keyifi ozamana dönmeden bir daha asla alamam. bunu kabullenmekte oldukça zor
Gel karşılıklı oturalım seninle şöyle. Üç haftadır sürekli TEGV’desin, bakalım işe yaramış mı öğrendiklerin. Biraz somutlaştırma oynayacağız. Biliyorsun ki çocuklara ancak böyle anlatabilirsin anlatmak istediklerini.Canın yanıyor, biliyorum. Canını yakanın hafızandakiler olduğunu da. Keşke bu kadar kuvvetli olmasaydı… Hani bir film vardı eternal sunshine of the spotless mind. Biliyorum kuvvetli hafızana rağmen pek hatırlamazsın izlediğin filmleri ama en azından hafızalarını sildirdiklerini hatırlıyorsundur. Senin de ilacın bu ve ne yazık ki mümkün değil. O halde uyum sağlamayı öğrenmek zorundasın. Mesela 15 sene önce kırmızı oyuncak araban senin için çok kıymetliydi. Sahi nerede şimdi? Dolabın üstünde demek. Hmm, tozunu almayalı da uzun zaman oluyor öyle mi? Bu 15 sene önce senin en kıymetli varlığının o olduğu gerçeğini değiştiriyor mu? Hayır. Eveet, güzel gidiyoruz. Neden peki? Büyüyoruz, olgunlaşıyoruz, en önemlisi değişiyoruz. Ne demiş Darwin amca; ne en güçlü, ne de en akıllı, değişime en açık olanlar hayatta kalacak. Hayat devam ediyor, değil mi? O halde hayatındaki değişikliklere ayak uydurmak zorundasın. O kırmızı araba eskiden senin en kıymetli varlığın, en sevdiğin oyuncağınken şimdi baktığında iç geçirdiğin bir süs eşyası sadece. Yani tanımı değişti; oyuncak, süs eşyası oldu. Ama hâlâ o 15 sene öncenin en sevdiğin oyuncağı. Bu, gerçek ve sabit. Ama “15 sene öncenin” kısmını atlama lütfen. O yüzden geçmişi sorgulamaktan vazgeç. Yoksa o en sevdiğim değil miydi diye düşünmen de mânâsız. Hayır, yalan değildi. Sadece değiştin, pek tabii ki. Artık oyuncağa en değerli demek için biraz büyüksün. Şimdi en değerli kitabın var mesela. Ne bileyim, en sevdiğin bardağın. Hiçbiri onun yerini almadı, kaldı ki alabilirdi. Söz gelimi ondan önce başka bir en sevdiğin oyuncağın vardı. O geldi, artık o oldu en sevdiğin oyuncak.Lafı daha fazla uzatıp kafanı karıştırdığım için kabullenmeni istemiyorum söylediklerimi. Anladığın için kabullen. Sen özetleri seversin, şöyle söyleyeyim; kabullenmen gereken tek şey, bir varlığın tanımının ya da değerinin değişebileceği. Hadi yapma, korkunç bir şey değil bu. Hâlâ, onunla oynarken aldığın keyif sende, yanına kâr.

30 Haziran 2009 Salı

çok küçüktüm bence 10-13 yıl oldu. iki sandalyeyi birleştirip üzerine minder koyup yattığımda, boyumun o iki sandalyenin birleşimi olacak kadar küçük... ama ayaklarım aşağı doğru biraz sarkardı ve buna sinir olurdum.
yıldızlara bakarak uyumayı çok severdim yaz gecelerinde. terasta akşamları oturduktan sonra vakit geçince hep uyumuş taklidi yapıp içeri girmezdim ama herkes bilirdi uyumadığımı. tabiki annemde. birazdan üşüyüp içeri gireceğimi bildiği için bişey demezdi yine öyle bir gece herkes içeri girmişti bense iki sandalyeyi birleştirmiş üzerine minderleri dizmiş sırıtarak gökyüzüne bakıyordum (tam da hatırlyamıyorum aslında)
annem sabahın köründe kalkıp onuda uyandırmayalım diye hep bizi geç yatırırdı. hiç birzaman erken yattığımı bilmem. hep mal gibi okuldan geldikten sonra ödevimi yapmaz gece 12 lerde 1lerde ağlaya ağlaya uyuya uyuya yapardım ödevimi yada annem yapardı galiba bu daha doğru oldu. ha konuya dönelim ben yine işte gece terasta yatarken aklıma televizyonda gördüğüm reklam geldi. reklamda sabah 7 demi sekizdemi ne (yani bana göre erken bi saatte) bi çizgifilm vardı bende onu izlemek istiyordum ama biliyorumki uyanamayacağım. napsam diye düşünürken Allah'ım beni duyuyorsan bir yıldız kaysın dedim ve yıldız kaydı sonra gerçekten çok mutlu olmuştum hem beni duyduğu için hemde yıldız kaymalarına oldum olası çok meraklıyım ondan.neyse bildiğin kaydı işte yıldız sonra içimden dedimki Allah ım beni işte çizgifilm kaçtaysa artk kaçtı hatırlamıyorum beni uyandır dedim ve duyuyorsanmı dinliyorsanmı ne işte oyle bbişey varsa bir yıldız daha kaysın dedim ve yine kaydı ama sonra bidaa kaysın dediğimde kaymamıştı sanırım aslında olayın buraya kadarki kısmı ilginçte bazılarına ilginç gelmeyebilir o gece meteor yağmuru falan vardı diyebilir. gelgelelim olayın ikinci perdesine uyandımmı uyanamadımmı? işte açıklıyorum o gece bu olaydan sonra gittim annnemin koynuna sokuldum sarılıp uyuduk herzamanki gibi(babam ben daha annemin karnında 3,5 aylıkken öldüğü için ben büyüyüne kadar hep beraber uyuduk o günleri hep özlerim çünkü kendimi güvende hissederdim) sonra saati yine hatırlamıyorum ama o çizgi filmin saatinde burnuma deyen bir şak sesiyle uyandım nemi oldu meğersem annemi (yazya) bir sivrisinek ısırmış annem ona uyanmış sonra sineği öldürmek için uğraşırken sinek benim burnuma konmuş annemde sineğe vuruyım derken benim küçük minik sevimli burnuma vurmuş sonuç olark ben uyandımmı eveeeeeeet uyandım peki bu olay ilk ve sonmuydu haaaaayıııııır



saygılar efendim

26 Haziran 2009 Cuma

MRS. SOFFEL (filmden)

yolun karşısından
küçük bir menekşe

bir mahkumu neşelendirmeye geldi
bir gün hücresine

küçük bir çiçek
gönderen sevecen bir el

sadece gerçek kalplerin anlayacağı
sevgiden bir sel

küçük bir menekşe
büyütülmüş sevgiyle

gönderene gelince
tanrı gülümsemiş yüzüne

o güzel ellerin sardığı
bu küçük armağan

gerçekten atan bir kalp için
daima dua edecek mezardan

şiirsel versiyon

olmak yada olmamak işte bütün mesele
Düşüncemizin katlanması mı güzel Zalim kaderin yumruklarına, oklarına
Yoksa diretip bela denizlerine karşı Dur, yeter demesi mi?
Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız Bitebilir bütün acıları yüreğin, Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü. Çünkü, o ölüm uykularında Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu. Bu düşüncedir felaketleri yaşanır yapan.
Yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına?
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine Sevgisinin kepaze edilmesine Kanunların bu kadar yavaş Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine
Kötülere kul olmasına iyi insanın
Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
Kim ister bütün bunlara katlanmak Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa
O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya Ürkütmese yüreğini?
Bilmediğimiz belalara atılmaktansa Çektiklerine razı etmese insanları?
Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor Yürekten gelenin doğal rengini. Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
Yollarını değiştirip bu yüzden Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar

...

olmak yada olmamak... işte asıl mesele bu... acaba zalim feleğin okuna, taşına göğüs germek mi, yoksa bu mihnet deryasına karşı koyarak hepsine son vermek mi daha asil bir hareket? ölmek: uyumak... hepsi bu kadar... ve bir uykuyla bütün kalp ağrılarını, vücudun yakındığı binbir tabii derdi dindirebilmek... işte varlığımızın özlediği netice! ölmek:uyumak, uyumak belki bir rüya görmek... Ahh! işte güçlük burda çünkü ruhumuz bu fani kalıptan sıyrılıp ölüm uykusuna daldığı an, nasıl bir rüya göreceğimizi kim bilir? işte bizi düşündüren ve uzun ömür felaketine katlandıran bu. yoksa kim bir yalın hançerle hayata son vermek varken, zamanın darbelerine ve hor görmesine, zalimin zulmüne, mağrurun küstahlığına, reddedilmiş aşkın sızılarına, adaletin sürüncemesine, mevki sahiplerinin hakaretine, liyakat ehlinin liyakatsizler tarafından aşağılanmasına katlanır? kim bu yüklere tahammül eder? eğer o keşfedilmemiş, o sınırlarından hiç bir seyyahın geri dönmediği alem, o ölümden sonraki şeyin dehşeti irademizi şaşırtmasa, ömrün meşakkatleri altında terler, inlermiyiz? bütün bunlar bize, bilmediğimiz fenalıklara atılmaktansa, içinde bulunduklarımıza dayanmayı hoş gösteriyor. işte hepimizi korkak yapan bu şuurumuzdur ve işte bu endişeler, azim ve kararımızı solduruyor, tüketiyor; yüksek ve önemli girişimler, bu sebepten dolayı, yönlerini değiştiriyor, faaaliyet özelliklerini kaybediyorlar. sus artık güzel ophelia, güzel peri, dualarında benimde günahlarımın bağışlanması için dua et

ikinci sahne hamlet ve horatio arasında hamletim derki:

bir serçenin düşüşünde bile hikmet vardır. şimdi olmayacaksa sonra, sonra olmayacaksa şimdi olacaktır. her halde olacak şey olur, yeter ki hazır bulunalım. madem ki insan sahip olduğu herşeyi arkasında bırakmaya mahkumdur, o halde vakitlice bırakmaktan ne çıkar?

25 Haziran 2009 Perşembe

expression

Beni Tanri da Muhammed de, ne Islam ne de Hiristiyanlik o kadar ilgilendirmiyor... Ben yoksam bana ne Allah'tan! Keske hic varolmasaydim.. Varolduguma göre! Varolduktan sonra yok olmak. Olmak ya da olmamak. Iste butun mesele bu. Oncekiler simsekten korkuyolardi, tabiat olaylari karsisinda caresizliklerinden bir tanriya siginiyolardi. Paratoner icat oldu kimse simsekten korkmaz oldu. Bilim gelistikce tabiat olaylarina insanlar kontrol altina almaya basladilar. Dogum kontroluyle varolusa, insanin dunyaya gelmesine etki edebiliyolar.Ama insanlar sadece bunlardan dolayi tanriya inanmazlar. Bir Tanri inancinin en buyuk sebebi : Ölümdür. Bir sey soylim mi? Kimse yapmacik olmasin. Inanmamak bizim icin cok lüx. Ölum bir golge gibi basmizdayken inanmamak mantıksiz. Belki 1000 yil sonra bilim olume care bulur. Ölumun gizemini aciklar. Ama su an icin inanmamak cok buyuk bir risk. Oyle bir risk ki insana hicbir sey kazandirmiyo! Ya dedikleri gibi bir Tanri varsa? Yoksa zaten bir sey kaybetmeyiz. Ama varsa inanin bu bir felaket olur. Kimse ölüme care bulmadan benden Tanriya inanmamami istemesin kimse.Ölüme çare bulmadan insanlardaki Tanri inancini -ki bu pisikolojik bir ihtiyactir- kaldirmaya calismak çok buyuk bir sorumluluk ister.YOK OLMAK ISTEMIYORUM!!!